11 Aralık 2010 Cumartesi

Londra'da 'cop yiyen' öğrenciler ne diyor?

Londra'da 'cop yiyen' öğrenciler ne diyor?

Dünkü gösteriye katılan Mike, sürekli polis kalkanıyla yüzüne vurulduğunu söylüyor.

Dünkü gösteriye katılan Mike, sürekli polis kalkanıyla yüzüne vurulduğunu söylüyor.

İngiltere'de dün Avam Kamarası'nda onaylanan eğitim harçlarını üç katına çıkaran yasa, ülkede son yıllarda görülen en ciddi öğrenci eylemlerini tetikledi.

Dün Londra sokaklarını dolduran, Parlemento'nun önünde seslerini duyurmaya çalışan öğrenciler son bir buçuk ay içinde dördüncü kez sokaklardaydılar.

Taleplerinin dikkate alınmasını isteyen öğrenciler, muhattap bulamamaktan dolayı öfkeliydiler.

Öfkeleri zaman zaman polisle çatışmalarını doğurdu, çok sayıda protestocu ve polis yaralandı.

Middlesex Üniversitesi Felsefe bölümü öğrencilerinden Alfie Meadows başına aldığı cop darbesi sebebiyle beyin kanaması geçirdi.

Alfie'nin üç saat süren bir ameliyat sonunda hastanede müşahade altında olduğu bildirildi.

Bağımsız Polis Şikayet Komisyonu IPCC, iddialar üzerine soruşturma başlattı.

Apolitik gençliğin sonu mu?

Öğrencilerle polis sık sık karşıya geldiler.

Öğrencilerle polis sık sık karşıya geldiler.

Devam eden öğrenci protestoları, yıllardır gençlerin ve öğrencilerin apolitik olduğuna dair genel kanıyı da sarsıyor.

Acaba bu gördüklerimiz 1968'lerin öğrenci aktivizmine bir geri dönüşü mü ifade ediyor, yoksa o dönemin büyük prensiplerinin yerine, sorun bireysel ekonomik kaygılar mı?

Protestolara katılan London School of Economics (LSE) öğrencisi Isla Woodcock'a sorduk:

Woodcock: Orada yalnızca kendi ekonomik kaygılarımız için bulunduğumuz doğru değil.

Çünkü yeni uygulamalardan gerçekten etkilenecek olan öğrenciler aslında biz değiliz.

Etkilenecek olan yeni nesil tabi ki bizim kardeşlerimiz ama biz kişisel olarak etkilenmeyeceğiz.

Ama bundan doğrudan etkilenen kişilerin de protestoda olması ve kızgın olmaları son derece doğal.

Ancak sorun bundan çok daha büyük ve kesinlikle kişisel ekonomik kaygılarla sınırlı değil.

Bu sosyal kaygılar ve eğitimimizin ticarileşmesiyle ilgili bir hareket.

Ve herkes haklı olarak bu konuda çok kızgın.

Dünkü oylama sırasında binlerce protestocu Parlamento Meydanı'nda toplandı

BBC: Fakat gene 68 kuşağına dönecek olursak, onların kaygıları dünyanın başka bir ucunda yapılan savaşlardı. Bununla karşılaştırınca gene de çok kişisel olduğunu düşünmüyor musunuz?

Woodcock: Bence insanlar başkalarını düşünen öğrencilerden çok korkuyor.

Bununla nasıl baş edeceklerini bilemedikleri için de, olayları kişisel çıkar üzerinden gelişiyormuş gibi göstermeyi tercih ediyorlar.

Herkes bu meseleleri kompartmanlar halinde görmeyi tercih ediyor, bir protestonun yalnızca okul harçlarıyla ilgili olduğunu, bir diğerinin bütçe kesintileriyle ilgili olduğunu söylüyorlar.

Ancak bunların hepsi aynı mücadelenin bir parçası.

Söz konusu olan mevcut hükümetin her şeyi değiştirmek için verdiği ideolojik savaş.

BBC: Ancak sizin mücadeleniz daha çok İngiltere ile ilgili, dünyanın başka yerlerinde olanlarla ilgilenmiyorsunuz. Mesela neden küresel çatışmalara dair protesto düzenlemiyorsunuz?

Woodcock: Bence öğrenci aktivizmi yükselişte, ve bu sadece son birkaç haftada değil, son birkaç yılda olan bir şey.

Benim katıldığım ilk büyük protesto, Irak savaşına karşıydı örneğin.

Ve kesinlikle uluslararası bir boyut var.

İnsanlar noktaları birleştirmeye, eğitim için para yoksa, nasıl Irak ve Afganistan savaşları için var demeye başlıyor.

Paramızı nasıl ve nerede harcadığımız çok ideolojik ve bu da öğrencilerin yalnızca kendilerini düşünmediğini gösteriyor.

SBF öğrencileri yapmaları gerekeni yaptılar

Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde AK Partili Burhan Kuzu’ya yumurtalı saldırıyla CHP’li Süheyl Batum’a protesto, İstanbul’da hafta sonu gösterici öğrencilere yönelik insafsız polis saldırısını bile gölgeledi.
İstanbul’da yaşananlar, Başbakan ne derse desin, utanç vericiydi. Polisin gencecik insanlara karşı üniformalı bir saldırganlığın sergilenmesiydi. Bizim kuşağın hafızasını yitirmemiş olanlarını, kendi gençlik günlerimize geri götürdü.
Bu arada, iki anayasa profesörü-tutucu siyasetçinin SBF’de konuşturulmaması çoklarına dert olmuş. SBF’deki öğrencileri kınayan kınayana. Ne yazık ki, kınayanlar arasında kendi gençlik geçmişini unutan kimi ‘kanaat önderleri’ de var.
Ya iktidarla fazla içli dışlı olmaktan ötürü ‘yozlaşma’ya uğramışlar veya yaşları ilerleyince beyinleri dumura uğramış, iflah olmaz birer muhafazakâr hale dönüşmeye başlamış olmalılar.
SBF öğrencilerinin eylemine bunca tepki sağlıklı düşünce alameti değil.
Ben bugün SBF öğrencisi olsam, o gençlerin yaptığının aynısını yapardım. Zaten SBF öğrencisiyken ve hem de SBF Öğrenci Derneği Başkanı olarak öyle yaptım.
Anayasa konusunda sicili berbat, Sabih Kanadoğlu ile aynı dalga boyundaki Süheyl Batum ile zihniyetini 68 kuşağına dil uzatarak ortaya koyan Burhan Kuzu’nun SBF’de konuşmaları ve orada dinlenmeleri gerekmez. Gitsinler başka yerde konuşsunlar.

SBF’nin geleneği var Bazı kurumların, bazı mekânların geleneği vardır. SBF ve onun ‘Büyük Amfi’si özel bir geleneğe sahiptir. 1969-70 yıllarında SBF Öğrenci Derneği Başkanlığı yaptım. MHP’sinden ortanın solundaki CHP’sine kadar karşımıza sırf bizi kazandırmamak için çıkan ‘statüko güçleri’ne karşı SBF öğrencilerinin büyük desteğiyle seçimi kazanmıştık.
İki tutucu anayasa profesörünün konuşturulmadığı ‘Büyük Amfi’den kimler geldi, kimler geçti. Vietnam kurtuluş mücadelesinin lideri Ho Şi Minh’in ölümünü anmak üzere o ‘Büyük Amfi’de açış konuşmasını yapıp, kürsüye davet ettiğim kişi Ürdün’den, Şeria Vadisi’nden yeni dönmüş, üzerinde Filistin gerilla kıyafetleriyle mikrofonu elimden alan Deniz Gezmiş’di.

68 Kuşağı’nın simgesi Deniz Gezmiş
Burhan Kuzu, kalkmış, “68 Kuşağı bu ülkenin başına bela oldu” diyor. “5000 gencimiz öldü. Sonra 71 müdahalesi oldu, sonra idamlar oldu, asker de yıprandı” diye konuşmuş.
Söyledikleri doğru değil. 5000 kişinin öldüğünü kim söylemiş ona? Burhan Kuzu ‘68 Kuşağı’nı ne bilecek; bizim hayatımızı karartan 1971 (12 Mart) askeri müdahalesinde 16 yaşında Develi Lisesi’nde öğrenci olmalı.
‘68 Kuşağı’nın simgesi Deniz Gezmiş’tir. Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’la birlikte darağacına çıkan ve ta o tarihte son nefesini verirken “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” diye haykıran Deniz Gezmiş.
‘68 Kuşağı’, Türkiye’ye özgü değildi; uluslararası bir olguydu. Büyük çalkantılar dünyasıydı. Dünya kabuk değiştiriyordu. ‘68 Kuşağı’nın en karakteristik özelliği ‘idealist’ olması, ‘ideal’ peşinde koşmasıydı.
‘68 Kuşağı’na ve SBF öğrencilerine laf söyleyecek adam çarpılır.
Burhan Kuzu da içinden ipe en arslan yürekli arkadaşlarını gönderen ‘68 Kuşağı’nı ‘bela’ görüyor, onları ipe çeken ‘askeri yönetim’den “Asker de yıprandı” diye hayıflanıyor.
‘Büyük Amfi’de iyi ki konuşturulmamışlar. Benim Öğrenci Derneği Başkanı olduğum SBF’de de konuşamazlardı. O dönemde bizim okulda, Süleyman Demirel de hatta Bülent Ecevit de konuşamamıştı.
Yanlış mı yapmıştık? Böyle bir şey savunulabilir mi?

Tayyip Erdoğan’ın çevresindeki tutucu kuşatma
Evet, yanlış yapmıştık. 18-23 yaş arası insanların o tür yanlışlar yapmalarından doğal ve anlaşılabilir ne olabilir ki?
Gençlik çağındaki insanlara, bu arada SBF öğrencilerine biraz tahammül göstermek gerekir.
Gençlere, öğrencilere karşı ‘anlayışsız’ yönetimler, tarihe ‘iyi sicil’le geçmezler. Hayırla yâd edilmezler.
Tayyip Erdoğan’ın son günlerdeki bazı açıklamaları, ‘68 Kuşağı’ndan gelen bizlere, 60’ların sonlarındaki Süleyman Demirel’i hatırlatır oldu. Aman dikkat!
Başbakan’ın çevresi öylesine ‘tutucu’ ve ‘polisiye’ kafa yapısına sahip ekip tarafından kuşatılmış halde ki, Tayyip Erdoğan gösteri yürüyüşlerine katıldığı kendi gençlik günlerini hatırlayamaz hale sokuluyor.
‘Tutucu’, muhafazakârlıktan farklı anlam yüklü. ‘Bireysel özgürlükler’ savunuculuğundan ‘devlet iktidarı’na, ‘mağdurluk’ ve ‘mazlumluk’tan ‘kaba yönetim’e, ‘zalimliğe’ tedrici geçiş halini ifade eder. Süngüsü düşmüş askerin yerine elindeki copu ve biber gazıyla polisi sever.
Bu kafa yapısı, bu zihniyet tekrardan askere davetiye çıkaracağını fark edemeyecek kadar siyasi tecrübe yoksunudur. Çünkü 68 Kuşağı ile hiçbir ilgisi, ilişkisi olmamıştır.
Tayyip Erdoğan, bugün, Ahmet Kaya’nın ‘Onsuz 10 Yıl’ adlı anma toplantısına gidecek. Böyle bir ‘terapi’ye ihtiyacı vardı.

10 Aralık 2010 Cuma

Mahir Çayan, Cengiz Çandar ve ben 68'de...

Bizi de böyle dövmüşlerdi. Demirel başbakandı. 1969 yılının haziran ayıydı. Hükümet, üniversite özerkliğini ortadan kaldırmayı amaçlayan bir yasa taslağı hazırlıyordu. Üniversiteler ayağa kalktı. Önce İstanbul Üniversitesi’nde işgaller başladı, sonra Ankara’ya yayıldı.
Biz de Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde işgal eylemi başlattık. Ancak okulumuzun yönetimi ve öğretim üyeleri de ‘özerklik’ konusunda duyarlı oldukları için işgal eylemimizin onları hedef almadığını belirtiyor, ilişkilerimizi sürdürüyorduk.
Dekanımız, geçen yıl yitirdiğimiz İlhan Unat’tı. Bir akşam bizi evine çağırdı. Mahir Çayan, SBF Öğrenci Derneği Başkanı Cengiz Çandar ve Sosyalist Fikir Kulübü Başkanı olan ben Unat’ın Bahçelievler’deki evine gittik. Dekan, sakin davranmamız ve barışçı yöntemler kullanmamız konusunda bizi uyardı.
Dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan bu buluşmamızı izletmişti. Meclis’te
gündeme getirdi. “SBF Dekanı, gece evinde işgalcilerle görüştü, bunları hocaları kışkırttı” dedi.

Devlet üzerimize geldi
İçinde olduğum o dönemde de daha sonraları da gençliğin ‘aşırılıkları’nın, ‘çılgınlıkları’nın hem tanığı hem parçası oldum. Yaşlıların hiçbir zaman gençleri anlamadıkları gerçeğini defalarca yaşayarak gördüm.
O dönemde, “Komünistler Moskova’ya” diyerek, bizleri hep birilerinin maşası gibi görürlerdi. Gençliğimizden, saflığımızdan gelen tepkilerin içeriğini anlama çabası içine girmezlerdi. Gençler öfkelerini gösterirken, tepkilerini dile getirirken hiçbir dönemde tam bir uyum içinde de olmadılar. Değişik siyasi görüşlerden akımlar, (içlerinde çok radikal olanları olduğu gibi, daha sakin olanları da vardır) gençleri etkileme imkânları buldular.
Hem ‘seçilmiş iktidar’lar hem de ‘aralarda’ gelen askeri darbe yönetimleri, gençlerin eylemlerini ‘düşman’ gördüler, şiddet yoluyla bastırmayı tercih ettiler. Baskı, gençlerin daha aşırı eğilimlere kaymasını da beraberinde getirdi.
Gelişmiş ülkeler dahil iktidarlar, gençlerin bazen şiddeti de içeren eylemleri karşısında nasıl davranılacağına ilişkin ortak bir çözüm üretebilmiş değiller. Çeşitli arayışlar var. Bunlardan en önemlilerinden birisi gençlerin üniversite yönetimlerine katılmaları.
Birçok gelişmiş ülkede öğrenciler üniversitelerin yönetiminde söz sahibi. Örneğin Almanya’nın Düsseldorf Üniversitesi, yüzde 60’ı öğretim üyelerinin, yüzde 30’u öğrencilerin, yüzde 10’u idari personelin oluşturduğu bir senato tarafından yönetiliyor. Bizde ise üniversite yönetimleri, öğrencilerin söz ve karar sahibi olmaları şöyle dursun, ‘itiraz eden, gösteri yapan öğrencileri cezalandırma merkezi’ gibi çalışıyorlar.

Gençler protesto eder
YÖK toplanıyor, rektörler Başbakan’la bir araya geliyor. Kimse gençlerin şikâyetlerini önemsemiyor. Gençlerin ‘terbiye edilmesi’ anlayışının ağır bastığını görüyoruz.
Gençlerin protestolarına alışmamız gerekiyor. Onların bütün aşırılıklarına, zaman zaman içinde anlamsızlıklar da barındıran tepkilerine rağmen hâlâ bir ‘saf’lığı temsil ettiklerini düşünmeyi sürdürüyorum.
Başbakan’a önerim, üniversitelerde aralıksız süren ‘okuldan uzaklaştırmalar’ konusunda bir araştırma yaptırması. İkinci önerim, gençlerin üniversite yönetimine katılmasını sağlayacak değişiklikler konusunda evrensel örnekleri gözden geçirmesi.
Gençleri ne kadar dinledik ve anlamaya çalıştık? Bunca yıldır sokaklarda YÖK’e karşı gösteri yapıyorlar, harçların yüksekliğinden, imkânsızlıklardan yakınıyorlar... Onların bu taleplerine karşılık yaratıcı projeler üretildi mi?
Gençliğin sakin olmasını istiyorsak, önce devlet sakinleşsin. Bir kültürün ilerilik derecesi, gençleri daha çok bir tehlike olarak mı yoksa bir potansiyel olarak mı gördüğü üzerinden ölçülebilir.