12 Ocak 2011 Çarşamba

Hizbullah'ın yeniden doğumu

Hizbullahçıların tahliyesi üzerine, 102. Madde üzerine hükümet mi haklı, Yargıtay mı haklı tartışmalarıyla kamuoyu sersemletilirken, 8 Ocak’ta ‘Hizbullah’ın tahliyesi mi, Rönesansı mı?’ başlıklı bir yazı yazdım. İşin asıl üzerinde durulması gerektiği boyutuna dikkat çekmek istedim.
Hizbullah, PKK’nın, daha genel çerçevede Kürt siyasi hareketinin üzerine salınmak için mi serbest bırakılmıştı acaba?
Hem de şu seçim yılında... Devlet-Hizbullah ‘entegre ilişkisi’ 1990’lara damgasını vurmuştu. Ayrıca, Hizbullah’ın tıpkı PKK gibi dayandığı bir kitlesel taban vardı.
Sorulması gereken sorular, Hizbullah’ın bir amaca yönelik olarak canlandırılması hesaplarının yapılıp yapılmadığı üzerineydi.
Kimileri bu soruları ve bu yaklaşım tarzını ‘komplo teorisi’ olarak algılamak istediler ama anlatılmak istenen tam da mevcut ‘Türkiye gerçeği’ idi.

Önce Öcalan, sonra Karayılan
Nitekim, 9 Ocak’ta PKK lideri Öcalan’ın avukatları ile yaptığı görüşmede ifade ettiği görüşler basına yansıdı. Şöyle diyordu:
“Bunların bu şekilde bırakılması tesadüf değildir, bazı şeylerin hazırlığı yapılıyor olabilir. Bu adamlar sıradan suçlular değildir. Bu katilleri öyle sıradan suçlular gibi bırakamazlar. Eğer bizimkilerin içinden böyle canice işler yapanlar varsa onları da bırakmasınlar...”
Bununla birlikte, aslında ‘demokratik özerklik projesi’nden vazgeçmemiş olan ve o çerçevede ‘kent konseylerinin oluşturulması’ görüşünü ortaya atan Öcalan, Hizbullah’a yönelik bir ‘siyasi manevra’ yapmaktan da geri kalmıyordu.
Şöyle diyor:
“... Kent Konseyi’nde Diyarbakır’ın bütün kesimleri gelip yerini alabilirler, orada her şeyi özgürce tartışabilmelidirler. Bu Hizbullahçılarla da konuşulur, diyaloğa geçilir, eğer eski tarzlarında devam etmeyeceklerse, özeleştirilerini yapmışlarsa, hatalarından ders çıkarmışlarsa, bundan sonra kendilerini legal olarak ifade edeceklerse onlar da çağrılır. Hem Konsey’de hem Kongre’de kendilerini temsil edebilirler.”
Öcalan’ın Hizbullah’a dönük ‘uyarılı el uzatması’nı bir gün sonra Kandil’den Murat Karayılan, dili farklı, özü aynı olan bir üslupla dile getirdi.
“Devletin Hizbullah’a dönük olarak izlemiş olduğu politika önemlidir... Önce pişmanlık yasası çerçevesinde kadrolarını bıraktılar. Şimdi de lider kesimini CMK’nın 102. Maddesi çerçevesinde bırakmış oldular...”

Hizbullah gerçeğini görmek ve tanımak
Karayılan, “Hizbullah’ın kendini topluma affettirmesi” gereği üzerinde duruyor, devletin “Kürt’ü Kürt’e kırdırma politikasına alet olmaması” gerektiğinin altını çiziyor.
Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç nedir? Hizbullah da Türkiye’nin ‘siyasi denklemi’ne eklenmiştir! Bundan sonrası, onun nasıl bir rol oynayacağı, devletle ilişkisini nasıl düzenleyeceği ya da devletin onunla ilişkisini nasıl düzenleyeceği üzerinededir.
Hizbullah’ın ‘askeri kanat sorumlusu’ olarak takdim edilen, 10 yıllık tutukluluk süresi sonucunda birkaç gündür serbest durumdaki Hacı İnan, “Pişman mısınız” sorusunu, “Neden pişman olacağız ki? Biz Müslüman’ız. İslam’da pişman olunmaz” cevabıyla karşıladı. Hizbullah’ın internet sitesi, Öcalan ile polemiğe girdi bile.
Bu arada, Cevat Öneş, dünkü Milliyet’te “Bölgede bir PKK-Hizbullah çatışması beklenebilir mi” sorusuna “Bugünkü şartlar böylesine bir riski hiçbir zaman ihtimal dışı bırakmamamızı gerektiriyor. Mevcut şartlar böyle. Ancak süreç ve toplumsal talepler böylesine bir sorunun gelişimine izin vermeyecek istikamette” karşılığını veriyor. Daha da önemlisi, “Hizbullah’ın partileşmesi söz konusu olabilir mi” sorusuna verdiği cevap:
“Demokratik sürece kanalize edilmesi önemli. Sürekliliğe sahip bir silahsız yapının, gerçekten özeleştirisini yaparak, geçmişiyle hesaplaşarak, demokratik siyaset içerisinde olacağını ifade etmesi Türkiye için önemli. Demokratik siyaseti ve anayasal sistem içindeki hukuki durumu benimsemesi halinde tabii ki. Hizbullah’ın örgütlenmesi, örgütlenme özgürlüğü çerçevesi içindedir.”

AK Parti nerede duruyor?
Buradan yola çıkarak, ‘Özerk Kürdistan’ talebi de doğal olarak ‘ifade özgürlüğü’ çerçevesi içindedir. Bu talebi DTK da; bir yasal siyasi parti olarak pekâlâ BDP de benimseyebilir, dile getirebilir ve savunabilir. DTK’nın Diyarbakır Çalıştayı’nda yapılan da bu olmuştur. Tartışmaya sunulan taslak metnin, İmralı ya da Kandil’in izlerini taşımasının esas itibariyle önemi yoktur. Zira, o içeriği aynen BDP de savunabilir.
Bizler de elbette ‘demokratik terbiye’ içinde bunu tartışırız, tartışmaya mecburuz. Tartışmayı bastırmaya, ezmeye kalkışmak, siyaseti susturmak, ‘dağ kanalları’nı beslemek demektir.
Hizbullah’ın kanlı kadrolarının salıverildiği, ‘demokratik sürece kanalize edilmeleri’nin gereğinden söz edildiği bir ortamda, olacak şey midir bu!
Dönem, ‘siyaset dönemi’; hem de seçim yılında. AK Parti’nin BDP karşısındaki tavrı belli. Bunu görüyoruz, bunu biliyoruz.
Öyleyse ‘Hizbullah’ın tahliyesi mi, Rönesansı mı?’ başlıklı yazımın sonunda sorduğum soruyu, biraz değiştirerek bir kez daha sorayım:
AK Parti, Hizbullah’a ilişkin ve Hizbullah’a yönelik orada nerede duruyor?

0 yorum :