12 Ocak 2011 Çarşamba

Kürtçelerini okulun kapısına bırakan çocuklar

evletin PKK’ya karşı örgütleyip ortalığa saldığı Hizbullah’ın satırla dolaştığı günlerde, Güneydoğu ölüm soluyordu. Silvan, savaşın-çatışmanın, acıların en yoğun yaşandığı yerlerden birisiydi.
‘Kaç Zil Kaldı Örtmenim’ Filiz Aygündüz’ün, heyecanla okuduğum ‘Kaç Zil Kaldı Örtmenim’ (Doğan Kitap) adlı anı-romanı, o günlerin Silvan’ındaki ilkokul çocuklarının gözünden Türkiye gerçeğini anlatıyor.
Aygündüz, “Dilin yoksa yalnızsın. Sorunu çözmek de o küçücük çocuklara kalıyor; Kürtçelerini okulun kapısında bırakıp Türkçe öğrenmeye çalışıyorlar” diye özetliyor yaşamakta olduğumuz dramı.
Bugünün deneyimli gazetecisi Filiz Aygündüz’ün yolu, bundan 15 yıl önce öğretmenliğe başladığı günlerde, hayatının neredeyse İstanbul dışına çıkmamış olduğu bir döneminde, Diyarbakır’ın Silvan ilçesine düşmüş.
Bu kitap işte böyle bir deneyimden doğmuş…
Bir sorunu anlamak için yapılması gerekenin ona dokunmak olduğuna inandığım için, klasik yorumların ötesine geçen özel tanıklıkları her zaman önemsedim.
Özellikle de Kürt meselesi üzerine yapılan değerlendirme ve yorumların klasik bir çizgiye sıkıştığı ve kendini tekrar etmeye başladığı böyle bir dönemde, konuya sıradışı noktalardan dokunan kişisel tanıklık, gözlem ve analizlerin önem kazandığını düşünüyorum.

Devlet bağnazlığı, örgüt bağnazlığı Yoksulluk, şiddet ve derdini anlatamayan bir halk… Çocuklar Türkçe bilmiyor, Filiz de Kürtçe. Her şeyin korku verici ve çaresiz bir renge büründüğü o günlerde, “Filiz öğretmen” fizik öğretmek için yola çıkmış... Ne var ki kurada Filiz öğretmenin şansına sınıf öğretmenliği çıkınca ülkenin en derin sorunuyla baş başa kalmış.
Bir Kürt arkadaşım yıllar önce, “Ben ilkokula başladığımda tek kelime Türkçe bilmiyordum” dediğinde şaşırmış, bölgeyi tanıdıkça bu örneklerin sıradışı olmadığını fark etmiştim. Bilmediği bir dilde eğitim görmeye zorlanan çocukların psikolojisinin anlaşılmasının, özellikle de Türkiye’nin batısından bakan bir göz tarafından anlaşılmasının zorluğunu belirtmeye herhalde gerek bile yok.
Filiz öğretmenin anlattıklarını, “gerçeklerden kaçmayan bir aydının kendisiyle ve Türkiye’nin batısıyla hesaplaşması” bağlamında ele alabiliriz. Özellikle de öykünün hakikiliği ve yazarın sahiciliği, bu hesaplaşmayı çok daha önemli kılıyor.

Diyarbakır’dan ağlayarak dönmek

Kürt meselesinde yıllardır yürütülen milliyetçi propagandayı, devletin ve medyanın yarattığı önyargıları ve bunların bilinçaltımızdaki tortularını aşmak ve çözüm üretebilecek sakinliğe ulaşmak kolay değil.
Filiz, bu kitabı yazmayı, yaşadıklarını aktarmayı uzun yıllar ertelemiş. Türkiye’nin bir faili meçhuller ülkesi olduğu, özellikle de Kürtlerin yaşadığı bölgelerde büyük kıyımların görüldüğü dönemlerde Filiz’in, karşılaşabileceği tepkileri hesaba katarak beklemiş olması anlaşılabilir.
‘Türk-Kürt kardeştir’ çoğu zaman sadece laf
Filiz, yaşadıklarını şu kelimelerle özetliyor:
“Türk, Kürt kardeştir lafının çok zaman sadece bir laf olduğunu, içinin doldurulmadığını, birbirimizi çok da iyi tanımadığımızı söyleyebilirim. Diyarbakır’a gidene kadar benim de durumum farklı değildi. Orada tanıştık. Oraya gitmeden ben de böyleydim. Diyarbakır’dan ağlayarak döndüm sonra da. Gerçek anlamda bir sürü insanın Kürt halkıyla tanışmadığını düşünüyorum. Benim onlara bir teşekkür borcum vardı. Ben bu tanışmanın hikâyesini yazmak istedim.”

15 yılda çok mesafe Kürtçe meselesi ise hâlâ bütün bölgede olduğu gibi Silvan’da da duruyor.
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’ya bir öneri:
Bölgeye Kürtçe bilen öğretmenler gönderilebilir, hiç bilmeyenler için de küçük bir Kürtçe hazırlık kursu düzenlenebilir.

0 yorum :