8 Ocak 2011 Cumartesi

Parti üzerine bir deneme / Hasan FIRAT

Parti üzerine bir deneme / Hasan FIRAT
Hasan FIRAT

Sosyalist Mezopotamya

Marks ve Engels’in sonuna kadar partimiz demekten imtina etmedikleri Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi, açık bir sosyalizm propagandasının ve doğrudan demokrasinin parti içinde yaşanabilirliğini kanıtladı.



1
İşçi sınıfı, işçi sınıfının modern mücadele tarihi iki yüzyılı geride bıraktı. 1700’lerin çartist ve çıkrık kıran, hırsını fabrika makinelerini kırmaktan alan kendiliğinden işçilerin üretim eksenli ve sınıfsal duruşlarının ilk izlenimleri bile iki yüzyıldan fazla bir zamana tekabül ediyor.
Parti, yani işçilerin mücadele üst örgütü parti fikriyatı ve partileşme mücadelesi, sınıfın “kendiliğinden”likten “kendisi için sınıf” dinamiğine kavuşmasıyla paralellik izler.
Ne ki yukarıdaki iki paragrafın sarihliğine kapılıp yanılgılı sonuçlar çıkarmayalım. Parti, partileşme, sınıf ve parti ilişkisi çoğu zaman sorunlu olarak devam etti. Objektif koşulların paradigmasının bu seyirde izleniyor olması, doğal seyri içinde görülmesi gereken bir olgudur.
Ancak, problematiği kendi doğal mecrasında görmüş olmak, cevabı aranması gereken onlarca sorunun varlığını ortadan kaldırmıyor.
İşçi sınıfının, komünistlerin 200 yılı aşkın tarihinde parti oldu. Sınıfın üst mücadele örgütü parti, sancılı, sorunlu, iniş çıkışlarla süregeldi. Çünkü sınıf ve sınıf mücadelesi düz bir hat izlemez. Kendi dışına karşı, yani kapitalist sistemin sömürüsünden dolayı burjuvaziye karşı mücadelesi oranında değilse de ondan aşağı kalmayan “içkin, içe doğru” mücadelesi hep vardı. Sınıf karşıtlığı, karışık, girift, inişli-çıkışlı, birbirinden ayrışan, birbirinden ideolojik ve kültürel olarak beslenen on binlerce obje ile bir arada olmak durumunda.
Dolayısıyla meselenin bu temel tarifte izahı parti ve partileşme konusunda dünün referanslarını yeniden değerlendirmemizi zorunlu kılarken, gelecek ütopyamızda önümüzde tecrübelerle dolu on binlerce ders olduğunu bilmemiz kazançtır.
On binlerce tecrübe dersini nasıl kullanacağımız sorunu da salt bizim “saltık” irademizle belirlenen bir keyfiyet değil. Sübjektif niyet ve tasavvurlardan farklı olarak dağarcığımızın, entelektüel birikimimizin beslendiği temel, yani geldiğimiz sosyal yaşam alanları, bilgilerimizin beslendiği ana damar belirleyici bir rol oynar.
Bu ön girişten sonra parti, partileşme, parti sorunsalı, dünden bugüne ve gelecekte nasıl bir parti modeli konusunda belirlemeler yapabiliriz.
Genel olarak sol, daraltılmış çerçevede komünist hareketler yapısal sorunlarla baş başa. Üstelik sorunların tarihi, ne kimilerinin kolayca icat ettikleri Sovyetler Birliği’nin -sovyetik sosyalizm olmayan, geniş manada federatif devlet olarak- dağıldığı 1990’da başlayan süreçtir, ne de Çin-Sovyetler Birliği (SB) çekişmesinden yola çıkılarak uydurulan ‘sosyal emperyalist’, ‘Maocu faşist’ yakıştırmaları eşliğinde Stalin sonrası dönemle başlayan bir süreçtir. Kökleri daha derinde ve hakikaten yapısal yığınca problemle iç içedir.
Her iki dönemin rollerini inkar edemeyiz. Ancak, tarih bilgisini iki kısa cendereye sıkıştırmak, sorunun kaynağını bulmayı bulanıklaştırır. Sorunu kolaycılıkla bir gecede sosyalizmin devrilmesine indirgeme, 1990’da SB’nin dağılmasına bağlama fikri, idealist ve Marksizm’den bihaber, ‘ulu başkan’ın ölmesiyle kapitalist restorasyonun ansızın bütün sosyalist ve sovyetik kurumları ele geçirmesi darlığında bir tespittir. Karl Marks’ın 1. Enternasyonal idealini de, Lenin’in başını çektiği ve ilk işçi devrimine önderlik eden RSDİP (Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi) deneyimini de hiç anlamamak, anlamamakta ısrar ve inat etmek demektir.
Bu bağlamda meseleye alışılagelmiş sol ezber dışında bakmaya çalışacağız. Neden parti sorusuna gelince; geçmiş sol/sosyalizm tarihinde yaşananları, partiye bakış açısını irdelemek, sorgulamak, önümüzdeki tarih kesitinde mücadelenin uzun erimli olacağını bilmenin gücüyle, nasıl bir parti muradımızın olduğuna dair ipuçlarını bulmak olmalı.
Newroz Gazetesi’nin bir sayısında Rıdvan Sesli yoldaşın önemli bir belirlemesi oldu. Rıdvan, Diyarbakır tuğla işçilerinin eylemlerini anlattığı yazısında şunları belirtiyordu: “Diyarbakır’daki işçi grevlerinin hepsinin güme gitmesinin tek nedeni TC’nin burjuva karakterinde falan kaynaklanmıyor. … Esas neden, ulusal meselede söz sahibi çevreler kimi zaman devreye giriyor ve işçilere ‘boş verin’ telkin ve nasihatlerinde bulunuyor. … Çünkü Diyarbakır’daki birçok işletme sahibinin aynı zamanda ‘yurtsever’ ünvanı var. Kürdistanlı işçilerin hakkını savunan bir komünist parti olsaydı, gidişat böyle olmayabilirdi. ... Hem öncüsü hem sömürücüsü olma gibi ikili bir kimlik iflas bayrağını çekerdi.”
Yukarıdaki tespit birçok yerde, farklı coğrafyalarda karşımıza çıkabilir. Bayrakların karıştığı, ayrılıklarla ortaklıkların birbirine girdiği uzunca bir tarihi yaşanmışlıktan geliyoruz. Yine ilk elden tespitlerden biri de; gerek sosyalizm mücadelesinin, gerekse geçmişte yaşanmış sosyalizm deneylerinin bugün partiye neler yüklediğimizle, parti anlayışına neler izafe ettiğimizle yakından alakası var.
NEDEN PARTİ?
Sınıf mücadelesi parti olmadan yürütülemez mi? Yürütülemez. Marks ve Engels’in tarifiyle, sınıflı toplumlarda, kapitalist sistemde “bireyler ancak bir başka sınıfa karşı ortak bir mücadele içinde yer aldıkları ölçüde bir sınıf oluştururlar.”
Kapitalizmde toplum, üretim güçlerine zor yoluyla sahip olanlar yani burjuvazi ile emeklerine yine zor yoluyla el konulanlar yani işçi sınıfı olarak bölünüyor. Pek tabii ki bu iki ana sınıf dışında diğer toplumsal tabakaların varlığı da bir gerçek. İçinde bulundukları üretim ilişkilerine bağlı olarak başat iki sınıf olan işçi sınıfı ile burjuvazi, genel çerçeve içinde şekillenirler. Bizi meselenin bu bağlamında ilgilendiren, özel mülkiyetli toplumlarda irademizden bağımsız olarak sürekli farklı çıkar çatışmalarının olduğu gerçekliğidir. Ve kapitalist sistem, sürekli çıkar çatışmasına eşlik eder. Sınıfların mücadele alanlarında işçi sınıfına yol gösteren, çıkarlarını korumada kılavuzluk eden araç ise partidir. Ancak, belirleme yukarıdaki satır açıklığında olsa da, sınıf temsiliyeti oldukça girift ve karışıktır. Çünkü işçi sınıfı, kendisinden önceki üretim ilişkilerinin ortaya çıkardığı kültür ve değer yargıları ile içinde bulunduğu üretim sürecinin sentezinden hareket eder. Ve bu nedenden dolayı parti tartışmasında sorgulayıcı, ihtiyatlı, kılı kırk yararak yol almak durumundayız.
Köylülük ve küçük ölçekli üretim işçi sınıfından önce var olmalarına rağmen, işçi sınıfı partisinde ısrarın hayatın diyalektiğinde kendini bulduran nedenleri var. Aynı mağduriyetle, hatta neredeyse işçilerden daha fazla yoksullukla karşı karşıya olmalarına rağmen ‘köylülerin partisi’ değil de ‘işçilerin partisi’ dayatmasının altında yatan gerekçeyi, kapitalist üretim döngüsü ve fabrika üretiminin dayattığı disiplin ile geniş ölçekli bir arada olma gibi ön nedenlerde aramak gerekiyor.
Yukarıda yazılan tespitlerden yola çıkılarak “sınıf partisi çözüldü” denilemeyeceği aşikar. Buradan kalkarak “haydi bir proletarya partisi oluşturalım” demek, basit ve düz bir mantık olur.
Kapitalist üretim bizatihi burjuvazinin rekabetini zorunlu kılarken, bu durum nihayetinde kapitalizmi yolundan alıkoymayıp, hatta üretim döngüsünde bir adım ileri sıçratırken, işçi sınıfını ise birbirleri ile rekabet içinde böler. İlk yıllarında, yani çıkrık kıran, kinini makine parçasından alan “kendiliğinden” olandan “kendisi için” olana geçmek, kendisiyle mücadelesini tüketme ilişkisinden, bir sonraki aşamada buluşur. Yine de akılda tutulması gereken ilk değerli bilgi: “Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde denetime sahiptir.” İşçiler ilk aşamayı geçmiş olsalar dahi, yani mücadelede birbirleriyle rekabet aşamasını geçmiş olsalar da, kültürleri, fikirleri, hareket tarzları, düşünme jimnastikleri önemli oranda burjuvaziden, burjuvazinin yarattığı değerler bileşkesinin toplamında etkilenmiştir. Hatta burjuvazinin diğer geri üretim ilişkilerinin zihinsel denetimine hep açıktırlar.
Sınıf partisi, sınıfsal duruşun arka saikleri diyalektiğin olmazsa olmaz olarak yaşanan kuralından dolayıdır.
Sınıf mücadelesi, onun en üst örgüt aşaması olarak parti organizasyonu, yazıya döküldüğü kolaylıkta hiç değil. Kapitalizmin ilk aşamasından finans kapital aşamasına varıncaya kadar işçi sınıfının, sınıfın partisinin kah düşük yoğunluklu, kah yükselen mücadele seyri devam etmiştir.
Komünistlerin parti, özellikle RSDİP ve SBKP deneyimleri üzerinde bakış açıları, Rusya ve Sovyetler Birliği deneyine dair bilgi ve kavrayışları ciddi oranda eksik, hatalı, çoğu durumda tarih bilgisinden eksikli olarak süre gelmiştir. Şabloncu, köşeli ön yargılar, sorunun bam teline girmeye engel olmuştur. Ya parti ve deneyimlerini Kaf Dağı’nın da ötesine taşırmışız ya da bütün kötülüklerin ana kaynağı olarak belirlemişiz. Sanki diyalektiğin bin bir örgüsü yokmuş gibi, ak ile kara arasında yıllarca kürek çekilmiş. Her coğrafyanın yerel örgütü tarihi kendinden başlatarak ya da bağlı olduğu köşeye göre pozisyona girerek, dışındakini, yanındakini görmezden gelmiştir. Örneğin, komünist mücadelenin bir ölçütü olan enternasyonalizm, neredeyse lügatten düşürülmüştür.
Soruna yaklaşımda, bakış açısına bağlı olarak önemli oranda kilitlenme var. 20. yüzyılın o devasa gidişinden sonra sosyalizm mücadelesinin el yordamıyla mesafe almaya çalıştığını teslim etmeliyiz.
40’lı yıllardan sonra Avrupa’da, 80’li yıllardan sonra -sol iklimin geç geldiği- Türkiye gibi yerellerde komünizm mücadelesi ciddi oranda terk edilmiş, en iyi durumda bile önü arkası tartışılmadan, sorgulanmadan, yerel iradeler belirlenen kıblelere şartsız teslim edilmiş desek haksızlık yapmayız. Dolayısıyla problematiği, tarihselliği içinde kurgulanan mantığı ve pratikte ortaya çıkan tezatları, şaşkınlıkları, anaforları irdelemeye çalışacağız.
Meseleye bu bağlamda yaklaşmamızın zorunlu nedenleri var. İlk komünist ligadan günümüze kadar parti mantalitesi, partiye yaklaşım tarzı, atlatılan badireler sayılmasa bile yüzlerce değişik evreden geçti.
İşin doğası da bu olmasına rağmen zamanında, ihtiyaç ölçüsünde hesaplar yapılmadığından ya da bilgi eksikliklerinden dolayı, esas olan, yaşanmış olan öğrenildiğinde hayal kırıklıkları, demoralize hissiyatlar yaşandı.
Bütün bunların sonucudur ki komünist davanın, kapitalizme karşı mücadelenin özellikle son 60-70 yılı sorunları ağırlaştırmış, deyim yerindeyse komünist ve işçi örgütlerini takatsiz bırakmıştır.
Ne ki, tarihi referanslarımızdan olgun ve sabırlı çıkarımlar yapıldığında, içinde bulunduğumuz siyasal durumun, bir geçiş sürecine, sınıf mücadelesinde yani insanlığın uzun tarih yürüyüşünde kısa bir an’a tekabül ettiğini görmek zor olmasa gerek. Bilmeliyiz ki yaşadığımız sorunlar nihayetinde uzun yürüyüşte kısa bir tarih dilimidir. 19. yüzyılı, 20. yüzyılı kopyalayarak yolumuza devam etmeyeceğiz. Ancak, geçmiş referanslarımızdan alacağımız çok değerli dersler var. Tarihi yürüyüşü bulunduğumuz küçük köşemizden başlatmadığımızda, görülecektir ki bizi ümide sevk edecek milyon neden var.
AYRI KOMÜNİST PARTİSİNİN HAKLI ZEMİNİ
İşçi sınıfını temsil iddiasında olan çok sayıda örgüt/parti olmuştur. Kimsenin bütün bu örgütlere, partilere, “hayır, siz işçilerin örgütü değilsiniz” deme hakkı yok. Lafazanlıkla kör dövüşün anaforuna saplanmadan, komünistler işçi sınıfının ayrı bir devrimci örgütüne giden yolda haklılıklarını, içinde bulundukları meşruiyetlerinden alırlar. Marks, Komünist Manifesto’da soruna gerekli neşteri vurmakta asla tereddüt etmez. Meşruiyet iki ana temelden beslenmiştir: 1- Farklı ülkelerin proleterlerinin ulusal mücadelelerinde ulusun tamamından bağımsız olarak, bütün proletaryanın ortak çıkarlarını öne çıkarır. 2-… İşçi sınıfının verdiği mücadelenin içinden geçtiği gelişim aşamalarında daima ve her yerde bir bütün olarak işçi sınıfı hareketinin çıkarlarını temsil eder.
İlk komünist liga ya da 1. Komünist Enternasyonal, her türden sekter ve komplocu anlayış ile sınıf hareketi arasına mesafe koydu. Maalesef özellikle 1930’lar sonrasında bahsi geçmeyen “seçimle gelen ve daima görevden alınabilecek kurullar” ilişkisiyle bütünüyle demokratik bir işlerliği ilk şart yaptılar.
Geçmiş referanslar içinde boş geçmeyeceğimiz bir deney de Almanya’da başlayan, yükselen, açık ve meşru bir sosyalizm programıyla sosyal demokrat harekettir. Almanya ve Avrupa sosyal demokrat partilerinin tarihlerinin iki yanı kesinlikle es geçilemez.
Birincisi; sınıf partilerinin hareket alanını belirleyen yöntemlerde (Legal mi, ne kadar legal; illegal mi, hangi nedenlerin sonucu olarak illegal?), sorunların çözümlerinde, ilgili birimlerin içinde bulundukları sosyoekonomik koşullar, üretim ilişkilerinin geldiği aşama, işçi sınıfının mücadele kazançları belirleyici rol oynar.
Marks ve Engels’in sonuna kadar partimiz demekten imtina etmedikleri Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi, açık bir sosyalizm propagandasının ve doğrudan demokrasinin parti içinde yaşanabilirliğini kanıtladı. Bir genel işçi partisinin en ileri hangi mevzilere gidebileceğine emsalsiz bir örnektir.
İkincisi; sınıf partisinde potansiyel yabancılaşmanın, yoldan çıkmanın bütün verileri de Avrupa ve Almanya örneklerinde yaşandı. Bürokratik yönelim, giderek işçi sınıfı çıkarlarından uzaklaşıp kendi devletinin çıkarlarına yuvarlanan oportünistleşme ilk ve kalıcı durak oldu. Konumuz itibarıyla uzatmayacağız. RSDİP deneyini irdelediğimizde görülecektir.
Kapitalizmin büyük ölçekli üretim döngüsüne, işçi sınıfının tarih sahnesinde modernizmin bütün unsurlarıyla bira araya gelmiş olmasına rağmen, 20.yy başlarında Avrupa’da ve özellikle Almanya’da yaşananlar bir açmazdı. Devrimin objektif koşulları kat be kat olgunluk evresini bile geçmişken sosyalist devrimin yaşanamaması, ciddi mütalaa edilmeli. RSDİP’in neden devrime öncülük edebilir olduğunun cevabı da, sınıfın kitle örgütü ile komünist örgüt arasındaki nüans farklarda aranmalıdır.
Sorunu bu çerçevede bağlamış olmamız, hadi önümüz açıldı olarak düşünülmesin. Bizim bilgi birikimimizde, entelektüel belleğimizde geçmişe dair, örneğin RSDİP deneyine dair sorunlu bir algılama var. Tarih sahnesinde geç bir zamanda boy verse de Rusya’da kapitalizm koşullarında, Çarlık Otokrasisi altında, pre-kapitalist şartlarda köylü ve orta tabakalar diyeceğimiz küçük burjuva muhalefet hatırı sayılır önemli deneyler bıraktı. Lenin ve mücadele arkadaşları bu deneyimlerin mirasçısı ve talebeleri olduklarını belirterek, elden geldiğince değerlendirdiler. RSDİP, Narodnik, köylü halkçılığı, köylü sosyalizmi sürecinin, kırmadan, dağıtmadan muhasebesini yapma becerisini gösterdiler.
Lenin, politik alanın tek karede, tekçi, mutlakçı bir tarz içinde ele alınmayacağını çok genç yaşında kavrama şansına sahip oldu. Rus muhalifler Almanya deneyimi üzerinde tek reçete şablonuna kapılmadılar. Nispi demokratik şartlarla otokrasi şartlarının aynı olmayacağını, sadece baskı ve diktatörlüğün şiddeti dışında mütalaa edilmesi gerektiğini kavramakta gecikmediler.
İşçi sınıfının politik, ekonomik, kültürel reaksiyonu, içinde bulunduğu üretim mekanizması ve ilişkilerinden beslenir. Avrupa kapitalizminde bile sınıfın “kendiliğinden sınıf”tan “kendisi için sınıf”a geçişi nasıl uzun erimli mücadeleyi gerektiriyorsa, Rusya gibi dönemin geri kapitalist sistemlerinde bu daha da fazlasını gerektirirdi. Geri kapitalist üretimlerde genel olarak toplumun ve pek tabii ki işçi sınıfı eğilimlerinin, zihinsel yargılarının geri olacağını kestirmek zor olmasa gerek.
Zamanın diliyle söylersek; Avrupa’da, Almanya’da çıtası hayli yukarıda kitlesel sınıf partileri varken, Rus devrimcileri balıklama atlama yapmıyor... Narodnik politik yaşam, ders almak isteyene değerli deneylerle dolu…
Öyleyse Rusya yerelliğinde Marksist bir örgüt, komünist parti nasıl örülür?
Almanya partisi üzerinden RSDİP örneğine geçmenin avantajları kadar dezavantajları da var. Mesele şu ki; bizim egemen algılarımızdan farklı olarak Rus deneyi bütünüyle illegal, bütünüyle her türden demokratik, meşru alanın terki olarak okunmamalı.
Lenin “Ne Yapmalı?” adlı eserinde nasıl bir parti sorusuna yeterince, herkesi iknaya yeter nedenler açıklamıştır.
Marks’ın Komünist Birlik için olan “seçim, bütünüyle demokrasi” şartı Lenin için de önde ve gerekli kabul gören bir anlayıştır: “Politik özgürlük koşullarında partimiz seçim ilkesi üzerinde inşa edilecektir.” Ancak, bu şartın yerine getirilmesinin otokrasinin ağırlığı ve baskısı altında kolay olmayacağı da bir diğer gerçek.
Devrimci bir partinin, yalnızca baskıyla alakası içinde inşasının, yani işçi sınıfı örgütünün hangi özgünlüklerle yükseleceği önceden tam kestirilemez. Baskı ve şiddetin dozunda devlet örgütlenmelerinin ayırıcı payı mutlaka vardır. Mücadeleyi, mücadelenin taktiklerini belirleyen öz, karşıt güçler dengesindeki denklemde aranmalı. Devrimci bir örgütün kullanacağı mücadele araçları onlarca, yüzlerce gerekliliğin dayatmasının sonucudur...
Devrime öncülük eden RSDİP ile, daha uygun koşullarda devrime yönelemeyen Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi arasındaki fark, küfür semptomu dışında değerlendirilmeli. Bizim algılarımızın ezberini bozacak tarzda not düşelim. RSDİP, birçok konuda ayrı düşünen, meseleler karşısında farklı çözüm ve formülleri olan, çok sayıda hizbin bir araya gelmesiyle oluşan bir partidir. RSDİP tarihi, bir partinin mücadelenin zikzaklarında bölünerek ve bölünürken nasıl ayakta kalmayı başardığının dersleriyle dolu.
Devrimci komünist anlayışta aslolan, yaşamın her alanında örgütlü mücadeleyi savunmaktır; bu devrimci bir ilke olarak benimsenmeli, gerekleri de yapılmalı. Lenin, proleter devrime giden yolda hem kendisini hem de partisini eğitmekten yılmadı. Her durum ve şartta mutlaka Çarlık Otokrasisi’nin yıkılması, kapitalist devlet mekanizmasının dağılması stratejisi üzerinden partinin ilkelerini, örgütlenmenin olumlu olumsuz çehrelerini deşmekten korkmadı.
Devrimci partinin evirileceği merhaleler kuruluş felsefesinde, yaşadığı deneylerin ışığında görülebilir. Çok tartışıldı, tartışılıyor: Parti öncü mü, dolayısıyla devrime giden yolda araç mı? Kapitalizmin devrilmesinden sonra proletarya diktatörlüğünün nasıl tezahür edeceği, parti ile sosyalizm organlarının ilişkisinin nasıl bir seyir izleyeceği, yine önemli oranda devrimci örgütün inşasında ve komünistlerin kuruluş felsefesine sadık olmalarında yatar.
Leninist parti anlayışının önemli bir gelişme durağı sınıf partisi ile sınıfın kendisi arasındaki ayırım ve sınıfın örgütü ile bizatihi sınıf ilişkisinin hayatla buluşma noktasındaki bağlantıdır.
İşçi sınıfının kurtuluşu, aracısız, herhangi bir kurtuluşçu misyoner olmadan bizzat işçi sınıfının eseridir belirlemesi, bir tez olmanın ötesinde anlam içerir. Denilebilir ki bu tez ile sınıfın öncüsü ya da partiye öncü işçiler örgütü olarak bakmak çelişki değil mi?
Çelişki olduğunu teslim edelim. Ancak, bu bağlantıda çelişki olduğunu bilmek bir avantaj olarak görülmeli. İşçi sınıfı kültürel, politik, günü birlik ve uzun vadede davranışında burjuvazinin ideolojik hegemonyasının çemberi içindedir. Ve bundandır ki sınıf bilinci sınıfın çıkarlarına uyarlanmış olarak kendiliğinden edinilemiyor.
Lenin “Ne Yapmalı?” adlı çalışmasında Alman örneği üzerine K.Kautsky’den soruna cevap olacak bir alıntı yapar: “Ama sosyalizm ve sınıf mücadelesi yan yana gelişirler, birbirini doğurmazlar. Modern sosyalist bilinç ancak derin bilimsel bilgi temelinde gelişebilir.”
Sosyalizm ile işçi sınıfının birbirini geliştirdiği doğru olsa da, işçi sınıfına sosyalizm bilincinin hangi koşullarda, hangi zaman aralığında ulaştığı konusu da mekanik, düz bir mantıkla çözülemeyecek ağırlıktadır. RSDİP, Narodniklerle ve ekonomizmle mücadele içinde gelişti. Lenin ve arkadaşları Rusya deneyinde, işçilerin kendi deney ve çabalarıyla nereye kadar gidebileceklerini, sendikacılık, grev, sınıf dayanışması, direniş gibi mücadele araçlarının işlevini ortaya koydular, ancak bütün bunların sınıf mücadelesinin hayli ileri bir aşamasına tekabül etse de komünist parti doktrini olmayacağını da çok net gözler önüne serdiler.
Öyleyse görev öncü işçilere, sınıf bilinçli işçilere ve tabii yaşamı komünizm davasına adanmış dava insanlarına kalıyor.
Sınıf partisi ile sınıfın kendisi arasında bir ayırım olacak; dolayısıyla sınıfın öncüsü olan parti, sınıfın bütünü ile aynı değildir. Bu ise sınıf partisinin, yani komünist örgütün kendini sınıfla çıkarları bağlamında ayrıştırmadığı, ama diğer toplumsal tabakalarla mesafeli bir ilişki geliştirebileceği manasındadır.
Geçmiş referanslarımızın ilk ve başat olanı RSDİP ve devamcısı olan SBKP’dir. Gerek Ekim Devrimi öncesi, gerekse sonraki tarihsel dönemde yer yer büyük haksızlıkları da içerek tarzda eleştiriler, karalamalar olmadı değil. Önemli oranda eleştiriler doğru bir zeminde ve eleştiri meşruiyeti içinde görülmeli.
İçinde bulunduğumuz koşullar, kapitalizmin -göreceli kaydını koyarak- hakimiyetinin ve hükümranlığının sürdüğü dönemdir. Sosyalizmin neden sürdürülemediğine dair sayfalar dolusu yazmak mümkün. Ancak konumuz açısından parti doktrinine izafe edilecek birçok neden var. Dünya devrimi beklentisinin ve ümidinin tükendiği 1925-30 sonrasındaki gelişmeleri, işçi sınıfı hareketlerinin sürekli zemin kaybının nedenlerini öncesi ve sonrasıyla muhasebe etmek durumundayız.
Örneğin, Sovyetler Birliği’nde icra edildiği tarzıyla fiiliyatta gerçekleşen parti diktatörlüğü mü, yoksa sovyetik organların proletarya diktatörlüğü mü? Bilmeliyiz ki proletarya diktatörlüğü, ne çoğu algıda olduğu gibi soyut bir yansımadır, ne de mekanik zapturapt bir baskı rejimidir.
20. yüzyılı taklit etmeyeceğiz. Geçmiş tarihi referanslarımızla aramıza mesafe koyacak uygulamalar, teori, ideoloji, taktik ve stratejiler olacaktır. Ama sosyalizm ve işçi sınıfı mücadelesinde dünden alacağımız binlerce deney, katkı, değerli entelektüel birikimi de değerlendirmek sosyalizm davasına kazanç yazılacak.
Kapitalizmin geldiği aşama, sınıf mücadelesinin toplam kazançları, önümüze dünden farklı, esas olarak geleceğimize cevap olacak sınıf örgütü, komünist partiyi dayatıyor. Yanlış, yanılsamalı algı ve bilgilerden arınmış bilinç gerekli ve zorunludur. Bunların ışığında nasıl bir örgüte ihtiyacımız olacağını hayatın pratiğinde göreceğiz. Yukarıda Rıdvan Sesli Yoldaş’tan alıntıladığımız “hem sömürücüsü hem kurtarıcısı” programı miadını doldurmuştur.
Özgürlük ve Sosyalizm Partisi, geçmişteki komünist partilerinin, işçi sınıfı örgütlerinin toplamının mirasını tereddütsüz üzerine alır. 1. Komünist Liga’dan beri eskimeyen, geleceğin toplumuna projeksiyon olacak doğrudan demokrasi, emeğin demokrasisi, yolumuzda kılavuz olma doluluğuna sahiptir.
İşçi sınıfı örgütü en önce ve en çok hak eden bir zeminden besleniyor. Verili koşullarda farklı fikirlerin, farklı çözüm önerilerinin bir arada olabileceği sınıf örgütü, dünün cevabı olduğu gibi, geleceğimizin örülmesinde de çözüm olmaya adaydır.
Bayrakların karışmadığı, öz ve esas örgütlemenin sınıf zemininde meşruiyet bulacağı bir tarihi geçiş sürecindeyiz.
Kapitalist üretim modernite ve kravatlı olarak canavarlaşıyorsa, işçi sınıfı örgütlerinin, ezilen/sömürülen diğer tabakaları ve ulusları mücadelenin bir birleşeni kategorisinde kategorize etmeden, zulme ve sömürüye karşı bayrakları karışmayan birer müttefik olarak göreceği kuşkusuzdur.

0 yorum :