5 Ocak 2011 Çarşamba

Özerklik mi eşit vatandaşlık mı?

Özerklik mi eşit vatandaşlık mı?

Demokratik özeklik kavramı, PKK'nın 'silahtan siyasallaşmaya geçiş' sürecinde, BDP'nin de 'Kürtlerin ana ve taşıyıcı aktörü benim' söylemini güçlendirmede kullandıkları 'stratejik bir araç'

Özerklik mi eşit vatandaşlık mı?
Barış ve Demokrasi Partisi, diğer partilerin aksine bu süreçte iyi siyaset yapıyor ve tartışma alanında gündemi belirliyor.
Demokratik Toplum Kongresi tarafından Kürt sorununa çözüm için sunulan “Demokratik özerklik modeli” taslağını, içeriğinden daha çok, “işlevi ve etkisi” temelinde ele almamız gerektiğini düşünüyorum. Demokratik özerklik taslağı, adı üstünde bir taslak. İkincisi, düşünce özgürlüğü ilkesi içinde demokratik müzakereye açılan bir taslak, bir aktörün, şiddet içermeden, Kürt sorununa çözüm için sunduğu bir modeli içeriyor. Okunduğu zaman, adındaki “demokratik” nitelemesiyle uyuşmayan, hatta bu nitelikle zıt olan, yaptığı öneriler buram buram etnik milliyetçilik kokan ama şiddet içermeyen, aksine demokratik müzakereye açılan bir taslak. Bu taslağa karşı, “parti kapatma” tehditleriyle ya da “demokrasiye suikast” gibi düşünceye karşı şiddet ve ötekileştirme içeren söylemlerle yaklaşmanın, hem demokratik normlar ve hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayan hem de stratejik olarak çok hatalı yaklaşımlar olduğunu söylemeliyiz. Aksine, demokratik özerklik kavramına, taşıdığı işlev ve amaçladığı etki temelinde yaklaşmamız gerek. Taslağının içeriğiyle ilgili, Tarhan Erdem’in Radikal’de yayımlanan, “Çalıştayda tartışılan tebliğ ve BDP’nin taslağı” önemli ve kapsamlı yazısını okuyabiliriz (27 Aralık 2010).

2010’da Kürt sorunu
Demokratik özerklik kavramı ilk defa bu çalıştayla gündeme gelmedi. Daha önce, PKK’nın, 2010 Mayıs sonu ateşkes bitiminden hemen sonra, önce İskenderun, sonra İstanbul Halkalı’da yaptığı terör eylemlerinden hemen sonra Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir tarafından dile getirildi ve daha sonra da gündemde tutuldu. Demokratik özerklik kavramı aslında, 2010’da hep gündemdeydi ve Kürt sorunun unizlediği yol içinde önemli bir dönüm noktasını oluşturdu. Bu süreçte, demokratik özerklik kavramının söylemsel ve siyasi işlevi, kabul edilme şansı olmayan etnik milliyetçi içeriğinden daha önemli oldu. Demokratik özerkliğin kabul edilemeyeceği gerçeğini PKK ve BDP de biliyor. Ama yine de güçlü etnik söylemsel ve siyasi vurgularla, demokratik özerklik kavramını ve modelini destekliyorlar, gündemde tutmayı başarıyorlar.
Demokratik özerklik kavramı, PKK’nın “silahtan siyasallaşmaya geçiş” sürecinde, BDP’nin de, “Kürtlerin ana ve taşıyıcı aktörü benim” söylemini güçlendirmede kullandıkları “stratejik bir araç”. Bu niteliği içinde de, demokratik özerklik kavramı, 1990’larda Refah Partisi’nin siyasi olarak güçlenmesinde ve toplumda da “İslami kimliğin yeniden-canlanma ve siyasallaşma” sürecinde ortaya çıkan ve etkili olan “adil düzen” kavramıyla benzerlik gösteriyor. Adil düzen kavramı da, içi çok doldurulmayan, savunulması güç ve eleştirilmesi kolay bir kavramdı. Ama aynı zamanda da söylemsel ve siyasal işlevi ve etkisi içinde de, çok güçlü bir kavramdı. Ama adil düzen, Refah Partisi’nin önce yerel, sonra genel seçimlerde elde ettiği başarıda ve İslami kimliğin siyasal düzeyde yeniden canlanmasında çok işlevsel ve etkili oldu. Hatta kavramın Refah Partisi’nden AKP’ye geçiş sürecinde ve AKP’nin kendisini ayrıştırmasında da işlevsel ve etkili bir referans olduğunu gördük.

Ana aktör Kürtler
Bugün PKK ve BDP de demokratik özerklik kavramını, adil düzen gibi, stratejik olarak kullanıyor, siyaset yapıyor, gündemi belirliyor. AKP’nin başlatıp devam ettirmediği demokratik açılım artık bir anlam ifade etmiyor. CHP’nin büyük bir hatayla tümüyle boş bıraktığı Güneydoğu ve Doğu Anadolu coğrafyasında üçüncü aktör olma vurgusunun içi hâlâ doldurulmuyor. MHP etnik milliyetçi ve güvenlik söyleminden başka bir şey demiyor. Ordu ve yargı bürokrasilerinin askeri ve parti kapatma ekseninde tepkici yaklaşımlarıyla sorunun çözümsüzlüğüne neden oluyor.
Bir adım ileri
Medya, reyting uğruna çözümü değil, kavga ve kutuplaşmayı destekliyor. Böyle bir ortamda PKK ve BDP, kabul etmeliyiz ki, siyaset yapıyor, tartışma alanında gündemi belirliyor ve ortaya koydukları bir dizi maksimalist talep içinde, siyasi manevra alanlarını hep bir adım ileriye doğru genişletiyor. Demokratik yeni anayasa ve farklı kimlikler arası ortak dil olarak eşit vatandaşlık temelinde çözüme doğru gitmesi gereken Kürt sorununda gündemi, 2010 içinde, kendi etnik milliyetçi söylem ve siyasetleri içinde belirliyorlar. Demokratik özerklik kavramı da bir yanda PKK’nın silahtan siyasete geçişi sürecine katkı verirken, 2011 seçimlerine giden süreçte, ama daha da önemlisi, yeni anayasa yapma sürecinde de BDP’ye güçlü aktör olma, manevra yapma alanını genişletme ve Kürtlerin ana aktörü benim diyebilme şansını veriyor. Eğer, Kürt sorununun tartışılmasında parti kapatmalar, şiddet ve ötekileştirici dil ve televizyon kanallarında reyting için sorunları araçsallaştırma vb. ahlaki ve siyasi olarak kabul edilemez tercihler bırakılmazsa ve özellikle AKP ve CHP arasında sorunun demokratik, insan-odaklı ve sosyal adalet eksenli çözümü için siyasi mutabakat yapma iradesi oluşmazsa, Türkiye belki silahsızlandırılmış ama etnik kimlik vurgusu çok daha güçlü bir Kürt sorunuyla karşı karşıya kalacaktır. Demokratik özerklik kavramı, Kürt sorununda bu boyuta geçilme işlevini görüyor.
Bu nedenle, bence, Kürt sorununa çözüm tartışmalarında, özellikle başta AKP ve CHP olmak üzere siyasi partilerimizin, medyanın, ekonomik ve sivil toplum aktörlerinin ve kamusal aydınların “demokratikleşme, farklı kimlikler arası ortak dil ve birleştirici olarak “eşit vatandaşlık” anlayışı ve “insani refah, kalkınma ve güvenliği” önplana çıkartan, “insan odaklı Türkiye kimliği” vurgusunu güçlendirmesi gerekiyor. Bu, şüphesiz ki, bir taraftan yeni anayasanın hem hazırlanış süreci hem de içerik olarak demokratik, katılımcı ve insan odaklı bir tarzda hızla yaşama geçirilmesini, diğer taraftan da farklı Kürt aydınların ve aktörlerin seslerini duymamızı ve onlarla işbirliğine gitmemizi gerekli kılıyor. BDP’nin etnik milliyetçi tercihlerine karşın, örneğin Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu’nun “Kürtlerin ortak talebi anadilde eğitim, seçim barajının düşürülmesi, eski isimlerin iadesi, demokratik özerklik değil” (Taraf, 25 Aralık 2010) çıkışına kulak vermeliyiz. Kürt vatandaşlarımızın taleplerinin ana dilde eğitimden seçim barajının düşürülmesi ve insani kalkınma ve güvenliğe kadar geniş bir yelpazede, çok boyutlu ama Türkiye’de birlikte ve eşit vatandaşlar olarak yaşamaya dönük olduğunu unutmamalıyız. 2011 yılının ana gündeminin demokratik özerklik değil, birlikte yaşamak ve eşit vatandaşlık olması için, aktörleri çalışmaya ve siyasi mutabakata davet etmeliyiz. 2011 yılının hepimiz için barış içinde, huzurlu ve mutlu geçmesi dileğimle.

0 yorum :