8 Ocak 2011 Cumartesi

KADIN SORUNUNUN TANIMI VE POLİTİK ÇERÇEVESİ / S. Çiftyürek

KADIN SORUNUNUN TANIMI VE POLİTİK ÇERÇEVESİ / S. Çiftyürek
S. Çiftyürek

Sosyalist Mezopotamya

“Kadının erkeğe göre lanetlenmesi kadar kutsallaştırılması da yanlıştır. 21.yy devrimci değişimi perspektifinde kadın ve erkeği cins olarak değil, insan olarak algılar” yaklaşımını esas almak gerekiyor.



Giriş

Kadın sorununun teorik-ideolojik çerçevesi (kadının tarihteki yeri, sınıflı toplum ve kadın, din ve kadın, Kürdistan özelinde kadının sosyoekonomik yapıdaki yeri ile siyasette nesne-özne denkleminde kadın vb.) üzerinde Kürt Solu kitap dizisinin Kadın Dosyası’nda uzun bir yazı ile durmuştum. Burada daha çok politik ve örgütsel çerçeve ile sınırlı duracağım.
Meşru, açık bir parti olarak Özgürlük ve Sosyalizm Partisi’nin kuruluşuna dair alınan karar, Kürdistan’da politik ve örgütsel olarak özgün sosyalist kadın çalışmasını birden fazla nedenle daha önemli hale getirdi, getirecektir.
Kadının mücadele ve örgütlenmesinde öncelikle kimi ön kabullerle yola çıkmamız gerektiğine inanıyorum.
En başta; ideolojik, felsefi duruşu, siyasal ve örgütsel yapısıyla, dünya komünist hareketi içerisinde kopuş ve sürekliliği bütünlüklü temsil edecek olan Özgürlük ve Sosyalizm Partisi’nin kadın alanında da güçlü bir karşılığını bulması gerekiyor. 21.yy başında, geçmiş dünya komünist/devrimci hareketinin mirasına sahip çıkan ama birebir hiçbir deneyimi tekrara kalkışmadan kendisi olmayı hedefleyen fikriyatın kadınlar arasında vücut bulmasının yolu, özgün bir politik ve örgütsel kadın hareketinin yaratılmasından geçiyor. Kadın sorunu ve kurtuluşu tartışılırken; dünya, Türkiye ve özellikle Kürdistan’daki deney ve birikimleri sorumlulukla ele alan, irdeleyen, ileriye yönelik çıkarılması gereken dersleri çıkarabilen ama kendisi olmaya özen gösteren politik bir kadın hareketini hedeflemek ön kabullerimizden biri olmalıdır.
Güçlü ya da baskın olan eğilimin kimliğine bürünmek, peşine takılıp kuyruğu haline gelmek ile onun deneylerinden dersler çıkarmak farklı şeylerdir. Bu farklılığın bilinciyle kadın alanında kendi özgün değerlerini büyütebilme hedefinde ısrarlı olmalıyız. Kısacası rüzgâra göre yön belirlemeyen bir kadın hareketinin yaratılmasının üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
İkincisi; Marx’ın belirttiği “kadının özgürlük düzeyi toplumun özgürlük düzeyini belirler” tespitini esas alacaksak -ki almamız gerekiyor-, o zaman parti program, tüzük ve bağlayıcı diğer politik belgelerinin sosyalist kadının politik mücadelesi ve örgütsel duruşuyla kitlelerle buluşması, onların kavgalarının prizmalarından geçerek kadın perspektifiyle zenginleşmesi hedeflenmelidir. Demek ki kadının, gerek düşünsel gerekse pratik politik mücadelesiyle parti program, tüzük ve tüm bağlayıcı belgelerine rengini vererek her çizgisinde kendini bulabilmesi hedefimiz olacaktır.
Üçüncüsü; özel mülkiyet, karşıt sınıflar ve giderek devletin sahneye çıkmasıyla paralel olarak tarihte ilk kez düşürülüp baskı altına alınan kadının yeniden nihai özgürleşmesinin yolunun, bu ilk düşürülüş koşullarının ortadan kaldırılmasından geçtiği perspektifiyle mücadeleyi geliştirmek bir başka ön kabulümüz olmalıdır. Kürdistan’da özel mülkiyetin ağır sonuçları üzerinden sosyal eleştirinin ötesinde ideolojik-politik mücadeleyle kapitalist düzeni köklü aşmayı hedefleyen kadın hareketinin yaratılması bir başka ön kabulümüz olmalıdır. Kürdistan’da başat politik hedef olarak ulusal özgürlük mücadelesi geliştirilirken, aynı süreçte bunu nihai kurtuluş olarak sosyalizm perspektifine bağlayan sınıf mücadelesinin, ev kadınları başta olmak üzere işçi, emekçi kadın kitlesi içerisinde geliştirilmesi gerekiyor.
Rejime karşı ulusal özgürlük kavgasıyla iç içe kapitalizme karşı mücadelede kadın duruşunun ana hatları belirlenirken, burjuvazinin sistem içi iyileştirmelerle sınırlı ufkunu köklü aşmayı ve ulusal demokratik hareketin kadın alanında geliştirdiği adımları antikapitalist perspektifle ileriye doğru geliştirmeyi hedeflemeliyiz. Teknolojik gelişmenin artan bir yoğunlukla tarım, sanayi ve hizmet sektörlerine uyarlanmasının kadın-erkek arasındaki fiziki ayrıcalığı gittikçe eriten bir özelliğinin olduğu ama özel mülkiyet düzeni var oldukça bu ayrımın tümüyle ortadan kalkmayacağından hareketle, özel mülkiyet düzenini hedefleyen bir politik mücadelenin geliştirilmesi bir başka ön kabulümüz olmalıdır.
Dördüncüsü; kadının ilk düşürülüşü ve kurtuluşunu hem tarihsel hem de güncel boyutuyla tartışıp irdelemeyi sürekli kılalım, ama kurtuluşun, kadın kurtuluşunun esasen pratik politik mücadelenin ürünü olacağını, yani pratiğin eğiticiliğini bir an olsun unutmayalım! Her konuda olduğu gibi pratik politik mücadelede ve örgütsel alanda da ilk adımları geliştirmek daima zor olmuştur, olacaktır. Her yeni çıkışta ilk adımları atmak daima zordur, zaten önemli olan da ilk zorluklara dayanabilmektir.
Beşincisi; politik ve örgütsel olarak özgün sosyalist kadın çalışmasında sıfırda değiliz, ama epey gerilerden başladığımızı bir başka ön kabul olarak almalıyız. Geçmişte Antep merkezli Özgürlükçü Kadın Vakfı’nın kuruluşu çerçevesinde politik kadın çalışmasında önemli bir hamle yapıldı ama yarı yolda kalıp tıkanarak dağıldı. Neden dağıldı? Ayrıca, Özgürlük ve Sosyalizm Partisi bileşenleri ele alındığında, başka deneyimlerin de olduğu, tüm bunlardan ileriye yönelik derslerin çıkarılması gerektiği başka bir ön kabul olmalıdır.
Altıncısı; genelde olduğu gibi kadına dönük pratik politik mücadele ve örgütlenmede de hiçbir kent, semt, mahalle, okul ve işyerinde bizi bekleyen hazır başlama noktaları ya da planları yoktur, olmayacaktır, ancak ve ancak yürüyüp öğrenerek kendi başlama noktalarımızı ve tarzımızı oluşturabileceğiz.
Sorunun tanımı ve ana çerçevesi
Kadın sorununun oluşumu yeni değil, kökleri tarih öncesine dayanır. Demek ki binlerce yıldan günümüze kadar -bazı değişimlere uğramakla beraber- varlığını koruyarak gelen bir sorunla yüz yüzeyiz. Gerek oluşmasında ve gerekse günümüzde halen varlığını korumasında evrensel ve özgün olarak üç egemenlik biçimi belirleyicidir. Erkek egemenliği, sınıfsal egemenlik ve Kürt halkı gibi ezilen ulus özgüllüğünde ise ulusal baskı kaynaklı egemenlik biçimi! Bu üç egemenlik biçimi, aynı süreçte biri diğerini besleyen, tamamlayan nitelikleriyle de birbiriyle bağlantılıdır. Erkek egemenliği ile sınıfsal egemenliği ya da ezen ulus milliyetçiliği ile eril iktidarı birbirinden ayıramazsınız.
Kadınlarla ilgili temel kaynaklar ele alındığında hemen hepsinde kadının tarihteki ilk düşürülüşü ve bu düşürülüşün maddi temellerinin ele alındığı görülür ki bu temel, evrensel olarak kadın sorununun iki esas nedenini belirler: Sınıfsal sömürü ve erkek egemenliği!
Tarihte kadın sorununun oluşumu ve kaynaklandığı zemin konusunda farklı akımlar arasında da genel bir yakınlık görülür. Örneğin; Marksist, liberal ve feminist akımlarda, kadın tarihte ne zaman ve nasıl düşürüldü sorusuna yanıtlar birebir aynı olmasa da birbirine yakındır. Hemen hepsi kadının ilk düşürülüş tarihçesi konusunda; özel mülkiyet, sınıflar ve devletin ortaya çıkışına bağlamada yakın şeyler söylerler, ama kadının kurtuluşuna gelince farklılaşırlar. Kadının nihai kurtuluşunu, tarihsel olduğu kadar güncel perspektifiyle genelde sınıfların varlığına ve özel mülkiyete, günümüz özelinde de kapitalist özel mülkiyete karşı mücadelede gören sadece Marksist ideoloji ve felsefedir.
Genel olarak 18.yy aydınlamacı modernist zihniyetinde, özelde liberal akımda kadına yaklaşım araçsaldır, burjuvazinin bencil sınıf çıkarlarıyla sarmalanmıştır. “Nihayet felsefe de, kadının erkeğe bağımlı kılınmasını haklı gösterme çabasında teolojiden nöbeti devralır. Bu eşitsizlik aklın gereğidir. Bağımlılık kadınlar için doğal olan bir durumdur” diye yazacaktı Rousseau (Dr. Bernard Caporal, Türk Kadını 1, Sy:21). Demek sadece klasik Yunan felsefesi ve ortaçağ skolastiği değil, 18.yy aydınlanmacıları, aklın özgürleşmesini öne çıkaran Rousseau’lar da erkek egemen kadın-erkek eşitsizliğini “aklın gereği” olarak göreceklerdi.
Kadın sorunu üzerine parti içi ideolojik, teorik bir birikimi sürekli kılabilmek için ne yapacağız? Belli başlı hangi konular ya da sorunlama üzerinden kadının dünü, bugünü ve geleceğini ele alarak bir bilinç birikimini nasıl sağlayacağız?
Kadın sorununun tarihsel ve güncel boyutu olduğuna göre, genel olarak bu iki alan üzerinden başta kadın kadrolarda olmak üzere partide kadın sorununa ilişkin bilincin derinleştirilmesi, yani tarihte kadının yeri, kadının ilk düşürülüşü, özelimizde ise tarihte Kürt/Kürdistan kadının yeri konusunda kavrayışın derinleştirilmesi gerekiyor. Buna ana çerçevenin tarih bilinci ayağı denilebilir.
Kadına dair belirli bir tarih bilincini arkalamak için tarih öncesi paleolitik (eskiçağ) ve neolitik (yeniçağ) evreleri ana hatlarıyla bilince çıkaran ve günümüzle bağını kuran bir kavrayışa ihtiyaç var. Anaerkil toplum evresinden ataerkil evreye geçisin ekonomik, sosyal koşullarının irdelenmesiyle; özel mülkiyet, sınıflar, site devletlerinin ortaya çıkması ile kadının düşürülmesi ve doğaya düşmanca yaklaşımın nasıl da aynı zincirin birbirini tamamlayan halkaları olduğunun görülüp bilince çıkarılması gerekiyor. Kadın sorununun tarihte yer alması; anaerkilden ataerkile geçiş ile özel mülkiyet ve karşıt sınıfların ortaya çıkışının birbiriyle kopmaz ilişkisi bilince çıkarıldığında, o zaman nihai çözüm perspektifi de netleşir. Sınıflar üstü ve özel mülkiyeti hedeflemeyen arayışlara karşı sağlam duruş belirlenmiş olur.
Kadın sorununu tümüyle sınıfsal kurtuluşla özdeşleştirmek yanlıştır, ama nihai çözümün özel mülkiyete ve egemen sınıflara karşı tutum almadan gerçekleşmeyeceği de bilince çıkarılmalıdır. Demek ki tarih bilinci alanında, kadının aşağılanıp tali plana düşürülmesi, özel mülkiyet ve sınıflı topluma geçiş ile devletin ortaya çıkması arasındaki tarihsel ilişki derinlikli olarak ele alınıp irdelenerek bilince çıkarılmalı ve siyaset diline tercüme edilerek üzerinde propaganda geliştirilmelidir. Bu alanda yol alındığı zaman sadece kadın sorunu üzerine bir bilinç yaratılmış olmakla kalınmaz, aynı süreçte genel olarak materyalist tarih kavrayışı da derinleştirilir.
Ana çerçevenin bir de güncel bilinç ayağı var ki, bizi hayatın içerisinde geniş kadın kitlesiyle buluşturacak olan bu güncel boyuttur. Üzerinde sağlanacak düşünsel derinlik ve bununla uyumlu pratik politikalar geniş kadın kitlesiyle buluşmanın ilk zeminidir. Bu alanda birbiriyle ilintili ama ayrı üç boyut ya da alan vardır. Örneğin herhangi bir toplum özel mülkiyeti kaldırdığında kadın üzerindeki erkek egemenliği de otomatikman derhal sona ermeyecek, ama sona ermesinde tayin edici bir adım atılmış olacaktır.
Birincisi; ataerkil (patriarkal) düzene karşı genel kadın hakları alanıdır ki, bu alanda ayrım yapmadan tüm kadınların erkekler gibi insan olup insana özgü haklara sahip olduklarını savunan bir dil geliştirmeliyiz. Çünkü burjuva sınıfa mensup bir kadın da sırf kadın olduğu için erkek dayağı yiyip aşağılanıyorsa buna karşı durmalıyız. Burada sınıfsal ayrıma girmeden, kadını ve erkeğiyle hepimiz insanız, demokrasi, eşitlik, özgürlük hepimizin hakkıdır kurgusunu esas almalıyız. Marks’ın “Hiç kimse kadını köle gibi kullanmak yüzünden erkek kadar alçalmamıştır” vurgusundan hareketle bu alanda öne çıkaracağımız şiar, genel olarak “ezilen cinsiyet için özgürlük ve eşitlik” olmalıdır. Burada hedef kitlemiz ezilen cinsiyet olarak tüm kadınlardır ki bu alan aynı zamanda demokrat, burjuva demokrat kadın hareketi ve temsilcileriyle ittifak zeminimizdir de.
İkincisi; ezilen ve sömürgeleştirilmiş uluslara özgü çelişkinin oluşturduğu özgün bir alandır. Kürdistan özelinde ezilen ulus olmaktan kaynaklanan askeri, siyasi, kültürel baskılardan ve örneğin anadilini kullanamamaktan yani Kürt olmaktan kaynaklanan sorunların beslediği bir alandan söz ediyoruz. Ulusal baskıyı, anadilde eğitimden mahrum kalmanın sorunlarını en yoğun ve esas olarak Kürt işçi-emekçi sınıflar yaşar, ama onlarla sınırlı değildir. Ulusal bilinçle davranan ve kurtuluş mücadelesinde yer alan egemen sınıftan unsurlar da benzer ulusal baskılara maruz kalırlar. Kısacası, ulusal özgürlük alanında da yine sınıfsal ayrıma girmeden, tüm kadınlar için ulusal baskıya karşı ulusal özgürlük talebini dile getirmeliyiz.
Üçüncüsü; özel mülkiyetin hâkim olduğu, karşıt sınıfların konumlandığı, sınıfsal sömürü ve baskıların tüm derinliği ile sürdüğü alana yani bizim varlık gerekçemiz olan esas alana gelince; özelde sömürülen ücretli kadın gücünü ve genelde kentte, kırda, evde, tarlada çalışan emekçi kadını, onun sınıfsal taleplerini esas alan bir ideolojik-teorik derinlik ve pratik politikaya odaklanmış dil ve mücadeleyi kurgulayıp geliştirmeliyiz. Sorun sınıfsal kurtuluş alanına gelince hedef kitlemiz genel olarak tüm kadınlar olmaktan çıkar; sömürülen, ezilen işçi-emekçi kadınlar olarak somutlaşır. Bu alanda öne çıkaracağımız şiar: İşçi-emekçi kadın için özgürlük ve eşitlik!
Toparlarsak; cinsiyet olarak ezilen kadının, erkekle her alanda eşitliğini, sınıfsal olarak sömürülen işçi-emekçi kadının sınıfsal kurtuluşunu ve özelde ulusal baskı altındaki Kürdistan kadınının ulusal özgürlüğünü teorik ve pratik derinlikle savunup geliştirmeliyiz.
Kadının özgürlük mücadelesi, kazanımları ve sosyalizm
Öncelikle; başlangıcından günümüze kadının ekonomik, siyasi, kültürel ve insan olmaktan gelen hakları yönünden gerek küresel çapta gerekse özelimizde neler yapıldı, hangi çetin mücadeleler verildi, neler elde edildi, nereden nereye varıldı? Küresel çapta olduğu kadar özellikle özelimiz Ortadoğu, Osmanlı-Türkiye ve Kürdistan’da kadın mücadelesi ve kadın haklarının dünü, bugünü ve geleceği üzerine kavrayışın derinleştirilmesi gerekiyor ki bu ancak ideolojik ve politik çalışmaların yayınlarımızda düzenli yer almasıyla gerçekleştirilebilir.
İkincisi; Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 134 ülke üzerinde yaptığı inceleme sonucu hazırlanan “Küresel Cinsiyet Uçurumu” isimli raporda çarpıcı veriler yer alıyor. Bu rapora göre; Türkiye 134 ülke arasında 129. sırada, yani sondan 6. sırada! Türkiye’den daha kötü olanlar: S. Arabistan, Benin, Pakistan, Çat, Yemen. Kadının en kötü durumda olduğu 10 ülke ise Katar, Mısır, Mali, İran, Türkiye, S. Arabistan, Benin, Pakistan, Çat, Yemen. Yani kadının en kötü durumda olduğu ilk on ülkeden Benin hariç tamamı İslam ülkeleri! Neden?
Cinsiyet uçurumunun en az olduğu on ülke ise, sırasıyla İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç,
Yeni Zelanda, Güney Afrika Cumhuriyeti, Danimarka, İrlanda, Filipinler, Lesoto. Yani en iyi durumda olanların tümü Hıristiyan toplumlar! Bu durum kadın çalışması açısından özel olarak irdelenmeyi gerekli kılıyor. İslam ülkelerinde kadının toplumdaki yerinin böylesine geri olmasında İslam dini mi, yoksa bu ülkelerin ekonomik, sosyal, siyasal geri kalmışlığı mı veya her ikisi birden mi belirleyici rol oynuyor? Süreçte irdelenip açığa çıkarılması gereken bir diğer sorunumuz budur.
Özelimizde de kadın sorununda çokça övülen Kemalist Türkiye rejimi, günümüzde kadın hakları yönünden dünya sıralamasındaki 129. sırasıyla neye işaret ediyor? Güney Kürdistan’daki Federe Kürt Hükümeti’nde kadın hakları yönünden tablo nedir?
Bu açıdan ulusal kurtuluş mücadelesi veren iki ülke/iki halk olarak Güney Afrika Cumhuriyeti ile Güney Kürdistan Federe Devleti’nde kadın haklarındaki farklılıklar dikkat çekicidir. Hıristiyan Güney Afrika Cumhuriyeti kadın haklarında en ileri on ülke arasında yer alırken, Müslüman Güney Kürdistan’da meclis erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine ilişkin yasa çıkaracak kadar geri davrandı. Niçin? İrdelenmesi gereken bir diğer durumdur.
Üçüncüsü; genelde özel mülkiyete dayalı sınıflı toplumlardan, özelde kapitalizmden temelden farklı bir toplumsal sistem olan sosyalizm, teorik-ideolojik olarak kadının kurtuluşuna ilişkin ne söyledi, ne söylüyor, politik olarak ne/neler öneriyor? Marksizm’i referans alan farklı kıtalardaki sosyalist rejimlerin, özelde SSCB’nin iktidar sürecinde kadın sorunundaki pratikleri bize neyi kanıtlar? Sosyalist rejimlerin yıkılmasında genelin bir parçası olarak kadın alanında teori ve pratiğin rolü nedir? Kimilerinin iddia ettiği gibi “Marksizm’in kadın alanındaki teorik açılımı mı yetersiz ya da sorunlu” idi? Yoksa sorun/sorunlar esas olarak pratik politik alanda mı yaşandı?
SSCB’nin ilk yılları önemliydi; zira Lenin, Sovyet devriminin ilk iki yılında kadına getirdiği eşitlik ve özgürlüğü kapitalist ülkelerin 100 yılda yapamadığını belirtir. Kadınları, ev kadınlarını yani “ev aşçılarını” politikaya kitlesel olarak ilk çeken Sovyet devrimi olmuştur. Bu alandaki yetersizlikleri eleştirenlere Lenin, “Ütopyacı değiliz. Aşçıların bir anda ülkeyi yönetmeye başlamayacağını biliyoruz. Ancak ülkeyi yönetme görevinin bütün aşçılara derhal öğretilmeye başlanmasını talep ediyoruz” der. (Lenin, Bolşevikler İktidarı Elinde Tutabilecek mi?) Demek ki kadının özgürleşmesinin zeminlerinden biri kadının, iş-çocuk-ev işleri kıskacından kurtarılmasıdır. Demek ki sosyalizm otomatikman kadın sorununu çözmez, çözemiyor. Ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal açıdan bu böyledir.
Ekim Devrimi ile kurulan Sovyet iktidarı ilk bir iki yılında, kadını erkeğe göre aşağılayan, ikincil plana düşüren tüm yasa ve yönetmelikleri yürürlükten kaldırıp, kadını özgürleştiren, kadın ile erkeği insan olarak eşitleyen yasaları getirtti. Ardından kadın, fabrika ve tarlada olduğu kadar devlet kurumlarında, Kızıl Ordu ve KGB’de de etkin yer alacaktı. Ancak aynı SSCB’de 1935’lerde çıkarılan ve ailenin yeniden kutsanmasını getiren “Sosyalist Ahlak Yasası”yla, Ekim Devrimi’nin daha ilk yılında çıkarılan yasalarla getirilen kadın özgürlüğünün yeniden kısıtlanmasını nasıl değerlendirmek gerekir?
Burada üzerinde durmamız gereken esas sorun, yasa önündeki eşitlik ile ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal hayattaki fiili eşitliğin farklı olduğudur; yasa önünde eşitlik önemlidir ama esas önemli olan yaşamın her alanında cinsler arası fiili eşitliğin sağlanmasıdır. Marks’ın, cinsiyet eşitliğini, tüm fiili eşitsizliklerin kaynağı olan insanın insanı sömürmesinin ortadan kaldırıldığı bir toplumun ayrılmaz bir parçası olarak görmesi de buradan gelir. Çünkü Marksizm kadının özgürlüğünü yasalar önündeki biçimsel eşitlikten çok ötede, ekonomik, sosyal, siyasal hayattaki eşitlikte görür.
Dördüncüsü; kadın yaşamının iyileştirilmesini amaçlayan kapitalist sistem içi demokratik kazanımlar uğruna mücadele ile nihai kurtuluş olarak sosyalizm mücadelesi farklı ama birbirini tamamlayan yapıdadırlar. Kadın hakları uğruna mücadele, birebir sınıfsal kurtuluş olarak sosyalizm ile özdeşleştirilemez, çünkü kadın sorunu ya da hakları bir yanıyla sistem içi genel insan haklarının, demokrasi ve özgürlüklerin bir ve belki de en önemli unsurudur. Nitekim bugün Kürdistan özgülünde barış ve özgürlük talebini, en canlı ve en kitlesel olarak kadınlar haykırmaktadırlar.
Sistem içi ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal haklar uğruna mücadeleyle kazanılmış mevziler olmasaydı bugün kadın ne Kürdistan’da ne de Türkiye’de ve dünyada nefes alamaz halde olurdu. Bunun altını çizerek, bugünden kazanılmış mevzilerin korunması ve yeni mevzilerin elde edilmesi için mücadele edilmelidir. Bu bakışla reformlar uğruna mücadele, nihai kurtuluş olarak sosyalizm mücadelesiyle birlikte geliştirilmelidir.
Kadın ve siyaset
Kürt halkında tarih içerisinde kadının ekonomik, sosyal, politik konumunu ve yakın tarihte ulusal özgürlük mücadelesinde Kürt/Kürdistan kadınının yerini, bir de biz komünistlerin bakışıyla irdeleyip kavrayışı derinleştirmemiz gerekiyor. Kuzey’de 20.yy boyunca politik aktör olarak Kürt kadını denilince bu neyi ifade ediyor? Bu açıdan 1990 öncesi ve sonrasının özgün farklılıkları, kadının 1990 sonrasında kitlesel olarak politikanın öznesi olma durum ve sorunları; Kürt politik kimliği ile kadın kimliğinin kurgulanmasındaki ilişki ve kadının ulusal kimlik üzerinden sağlanan kolektif mücadeleyle politik aktör haline gelmesi, irdelenmesi gereken belli başlı sorunlardır. Özelde Güney Kürdistan’daki Kürt Federe Devleti’nde, Kürt kadınının ulusal kurtuluş mücadelesindeki yeri ve iktidarlaşma sürecinde kadının düşürüldüğü pozisyon, bir başka özel ilgi alanımız olmalıdır.
Bunların toplamından, Kürdistan’da ve elbette Kuzey Kürdistan’da yeni bir kadın tipolojisi olarak politik kadın aktör yaratıldı mı? Yaratıldıysa bunun kalıcı verileri nelerdir? Ulusal demokratik siyasette eril nitelik aşıldı mı? Özel mülkiyeti hedeflemeyen ulusal demokratik hareket, siyasette eril (erkek egemen) siyaseti nihai olarak aşabilir mi? Özel mülkiyetin, sınıfsal sömürünün ve karşıt sınıfların devam ettiği koşullarda (yani kadının tarihte ilk kez düşürüldüğü koşullarda) kadını erkekle eşitleyen eril siyaset nasıl aşılır ve ayrıca bu mümkün mü?
Genel ve özgün sorunlama üzerinden kadının güncel sorunlarına yaklaşım bilincinin derinleştirilmesini hedefleyerek, kadın çalışmasının güncel siyaset ayağının güçlendirilmesini başarmamız gerekir.
Avrupa 18.yy aydınlanmasında kadın önemli bir siyasal dinamiktir. Gerek 1789 Fransız Burjuva Devrimi’nde, gerekse 1871 Paris Komünü’nde barikat savaşlarında kadın en ön saflarda yer alır, ancak buna rağmen kadın o günkü koşullarda halen kendisi için siyasetin öznesi haline ya gelememiştir ya da bu yöndeki talepleri daha karşılık bulmuş değil. Yani darağacına gönderilen kadının, yargıç kürsüsünde de yer almaya hak kazanması daha epey zaman alacaktır! Hatta öyle ki 1789 ve 1871’in merkezi olan Fransa’da kadının seçme ve seçilme hakkı gibi genel siyasal hakları bile ancak 1943 yılında gerçekleşecekti.
Yakın tarihimizde kadınlar genelde sömürge ve ilhaklara karşı ulusal kurtuluş mücadelelerinde aktif yer aldılar, her yerde büyük kahramanlıklar gösterdiler, özellikle sayısız adsız kahramanlığın altında onların imzaları bulunur. Latin Amerika’da, Asya’da, Afrika’da kadınlar, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş mücadelelerinin vazgeçilmez dinamikleriydi. Ama aynı coğrafyada kadının bugünkü durumu her açıdan tam anlamıyla içler acısı bir tablo sergiliyor! Neden?
Ortadoğu’da ise özellikle 20.yy’ın ikinci yarısından itibaren Cezayir, Filistin ve Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelelerinde, kadın militanlığın her alanda yaşandığı bir süreci yaşadık. Bir adım geriden İslami harekette de militan kadın figürü öne çıktı ve öyle ki onlarda da fedai kadın intihar eylemcileri ortaya çıktı. Derken Kuzey Kürdistan’da kadın, 1990 yılı sonrasında hem kitlesel eylemlerin hem de gerilla başta olmak üzere silahlı mücadelenin önemli bir bileşeni haline geldi.
Bütün bunlara rağmen, belirttiğimiz ulusal kurtuluş hareketleri genel olarak eril karakterlerini aşamadılarsa, demek ki teorik-ideolojik olarak milliyetçi hareketlerin baskın karakterinin erkek egemen olduğu belirlemesi, yaşanan onlarca deneyimin gerçeğidir. PKK’nin kadın sorununda çubuğu tersine büken tutumuna, oluşturduğu kurumlarında kadın-erkek dengesini gözetmesine rağmen, ulusal kurtuluş mücadelesinde bu eril karakteri tümüyle aşamadığı görülür ki, özel mülkiyet ile ona dayalı siyasal iktidar koşullarında zaten bu mümkün de değildir.
Kürt kadınının politik aktör olarak siyaset sahnesine çıkmasının miladı için “1980’li yıllardan itibaren” demek eksik olur, en azından eksik bir doğru olur. 1990 sonrası kadın mücadelesinde kitlesel çıkışların miladıdır demek doğrudur, ama militan kadın hareketinin kökleri çok daha eskilere dayanır. 1980 sonrası Kürt ulusal hareketinin ayırt edici özelliklerinden biri, kadınların özgürlük mücadelesinde kitlesel yer alışlarıdır ki bu elbette önemli bir farktır.
Kürt kadını çok daha önce silahını alarak dağa çıktı, savaştı, ama eşiyle, kardeşiyle birlikte! 1990’lı yıllarda ise kadın bağımsız olarak dağa savaşmak için çıktı. Bunu Kürt kadınının ulusal özgürlük mücadelesindeki militan duruşunda ciddi bir ilerleme olarak görmeliyiz. Kadın gerilla, dağa belirleyici olarak ulusal özgürlüğü için gidiyor, ama aynı süreçte çevredeki örf, adet ve boğucu ev koşullarının kuşatıcılığına karşı bir tepkinin de dağa çıkışta payı vardır. Her iki faktörde de kadın özgürleşmek istiyor, önemli olan da budur. Hangi açıdan bakarsak bakalım, Kürdistan kadını, kolektif ulusal kimliğin bir unsuru olarak eylemde yer alır. Bu çerçevede BDP kadın hareketi hâlihazırda kendi içinde zengin-yoksul olarak ayrışmış değil; mahallesi, yaşam tarzı ayrışmış olsa da partideki birliktelikleri devam ediyor.
Neden yeni bir kadın örgütlenmesi?
Rüzgâra göre yön belirlemeyen, güçlü olanı taklit etmeye yönelmeyen bir komünist kadın örgütlenmesi; kendi doğrularını geliştirmede ısrar eden, ulusal özgürlük ve sosyalizmin genel değerlerini kendi özgün değerlerine içselleştirmiş olarak, genelde kadınlar, özelde işçi-emekçi kadınlar alanında büyüme hedef ve ısrarını Kürdistan’da sürdürecek bir kadın örgütlenmesi… Rus Bolşevik militan kadının vurgusuyla, “halkın arasından sıyrılıp yükselmiş olmak ile halkla birlikte yükselmenin farklı şeyler olduğu” ve önemli olanın halkın içerisinde halkla birlikte değerleri büyütmek olduğu bilinciyle davranan bir kadın örgütlenmesini yaratabilmek.
İşte yeni bir kadın örgütlenmesine yönelmemizin ana perspektifi! Daha somut olarak da,
Türkiye ve Kürdistan’da bunca yurtsever, demokrat, sosyalist, feminist ve sosyalist feminist kadın örgütlenmesi varken, dahası Kürdistan özgülünde etkin ve kitlesel demokratik kadın örgütlenmesi varken, öyle ki “kadın öncülüğü”, “kadın ideolojisi” ve “tanrıça kültürü”nü yeniden hâkim kılmayı hedefleyen kadın örgütlenmesi varken, niçin yeni bir kadın örgütlenmesine gidiyoruz? Gerçekten doldurulması gereken boşluk mu var, yoksa bizler yapay olarak ihtiyaç mı üreteceğiz? Özgürlük, demokrasi ve eşitlik alanında kadın mücadelesi ve alınan mesafe nedir, neler yapılmış, hangi taşlar düşenmiş? Bizler taş üstüne taş koyma adına neler yapacağız?
Türk Devleti esas olarak asimilasyon ve entegrasyon amaçlı da olsa Kürdistan illerinde kadına dönük, lise öğretmenleri başta olmak üzere öğretmenlere cinsiyet eşitliği eğitimi veriyorsa; emniyet mensupları aile içi şiddete karşı eğitiliyorsa; valilik, belediye, üniversiteler ilgili kentte birlikte “Yerel Eşitlik Eylem Planı” hazırlıyorlarsa; valilikler sorumluluk alanlarında kadınlara meslek eğitimi ve “Kadın Eğitim Kültür Merkezleri” vb. kuruyorlarsa; dahası ÇATOM, KADER gibi bir dizi devlet destekli ya da yer yer devletle birlikte çalışan kadın örgütlerinin yaptıkları da dikkate alınırsa; biz komünistler kendimizi stratejik olarak nerede, nasıl kuracağız? Hangi boşluğa oynayacağız, hangi somut ve güncel talepler uğruna mücadele edeceğiz?
Kadın örgütünün özerkliğinin hem sınırlarını ve hem de parti ile ilişkilerini ne belirleyecek?
Kadın örgütünce alınacak kararlar, kendi tabanı dışında tüm parti yapısını bağlayacak mı, bağlayacaksa nasıl? Kadın örgütü sadece merkezle sınırlı mı olacak, yoksa merkeze bağlı olarak her il ve hatta ilçede yerel kadın birimlerinin kurulması hedeflenecek mi? Kadın örgütü sadece partili kadınlarla mı sınırlı olacak, yoksa partili olmayan kadınlara da kendi politik eylem belgesi çerçevesinde açık olacak mı? Partili kadınlarla sınırlı olması durumunda kadın örgütü kitlesellik kazanabilir mi? Nasıl bir örgüt/örgütlenme sorunu tartışılırken, öncelikle kalıcı bir örgütlenmeye, kendini sürekli değişen koşullarda yeniden üretebilen bir kadın örgütlenmesine nasıl varacağız?
Bu sorulara yüzeysel değil derinlikli yanıtlar üretebildiğimiz oranda, sürdüreceğimiz kadın çalışmasının genel çerçevesini oluşturmanın yanı sıra, ilk başlangıç adımlarını ve hedef kitlemiz içerisinde ilk tutunma halkalarını yaratmada yol alabiliriz.
İlk adımda Özgürlük ve Sosyalizm Partisi Kadın Komisyonu adı altında sürdürülecek kadın çalışması, hedeflenen Kadın Konferansı ile birlikte mi özerk bir kadın örgütlenmesine dönüşecek? Özerk kadın örgütlenmesinin adı, örgütlenme biçimi, işleyişi vb. nasıl olacak? Çok kısa da olsa parti programının kadın alanındaki politik versiyonu ile sınırlı bir politik eylem belgesi ve parti tüzüğünden esinlenerek kadın örgütü işleyiş kurallarını belirleyen iç tüzük benzeri belgelere ihtiyaç var mı? Varsa, bunlara dönük kararı, hedeflenen Kadın Konferansı mı alacak?
Kadın örgütünün kendi iç işleyişini, parti ile ilişkilerini, ortak aidiyet ve kimlik birliğini sağlayacak, önemlisi örgüt içi sosyalist demokrasiye özgürlük ve sorumluluk temelinde içerik kazandıracak bir iç işleyiş belgesi olarak bağlayıcı belgeye (tüzüğe) ihtiyaç vardır. Kadın örgütlenmesinde politik eylem belgesi kadar iç tüzük benzeri işleyiş kurallarına yer veren bu belgeleri doğrudan Kadın Konferansı ile adı konulacak olan özerk kadın örgütlenmesi üretmelidir.
Önemli bir sorun: Kendi dilimizi yeniden kurgulayabilmek!
İçe ve dışa dönük olarak dilimizi, hatta öyle ki vücut dilimizi ve kurgumuzu “başarabiliriz” vurgusu ve perspektifi üzerinden kurarak şekillendirmeliyiz. Başta kadın yoldaşlarımız olmak üzere kadrolarımız gerek ideolojik-politik ve propaganda alanında, gerekse ruhsal-zihinsel olarak “doğru yoldayız, başaracağız” benzeri bir vurguyla hazırlanmalıdır. Nerede? Elbette hayatın içerisinde ve kendi politik pratik faaliyeti üzerinden hazırlamalıyız, hazırlanmalıdır kadrolarımız.
Kadına dönük eylem planı üzerinde tartışarak taslak metne son şeklini vermek başta olmak üzere her önemli sorun üzerine tartışma aşamasında, her türlü parti içi farklı görüş ve önerinin tam bir sosyalist demokrasi kültürü içerisinde dile getirilip tartışılmasına zemin sağlanmalıdır. Burada net olmalıyız. Ancak tartışma evresi sonlandırılıp karara bağlandıktan sonra, yani pratik politik eylem aşamasında ise, bu kez eylem birliği esas alınarak frekans bozucu davranışlara izin verilmemelidir. Belirlenmiş hedef doğrultusunda kadrolar, taraftarlar “başaracağız” diye görev ve sorumluluklarına kilitlenmişken, birilerinin de her fırsatta “olmaz, başaramayız” türünden frekans bozucu, motivasyon kırıcı davranışlarına karşı tutum alınmalıdır. Burada da net olmalıyız! Eğer genç militan Bolşevik kadınların “Biz devrimi seyretmek istemiyorduk. Devrim yapmak istiyorduk” şeklinde belirttiği gibi gerçekten devrimci değişimi hedefliyor ve yaşamak istiyorsak, özgürlük ve sorumluluk dengesinin sağlam kurulmasında kararlı davranmamız gerekiyor. Partide, örgüt içi özgürlük (demokrasi) kadar onun ikiz kardeşi olan sorumluluk da (disiplin) vücut bulmazsa santim ilerleyemeyiz.
Kadın mücadelesi ve örgütlenmesi alanında kullandığımızda bizi tanımlayacak kavramlar, vurgular üzerinden de dilimizi yeniden belirlememiz gerekiyor. Örneğin, kadın mücadelesi ve örgütlenmesine dönük bir dil oluşturma adına bu alanda doğru-yanlış bir dizi kavram kullanılıyor: “Cins bilinci”, “kadın bilinci”, “kadın dili”, “ana tanrıça”, “devrimde kadın öncülüğü”, “kadın devrimi”, “kadın ideolojisi”, “temel çelişki olarak cins çelişkisi”nin belirleyiciliği, “sosyalist kadınlar mutfaklardan çekilsin” vb. Bu alanda da yeni bir dil oluşturma adına giderek dil ve kavram kirliliğine de şahit oluyoruz.
Öncelikle cinsiyet olarak ezilen kadının, sınıfsal olarak sömürülen işçi-emekçi kadının ve özelde ulusal baskı altındaki Kürdistan kadınının her alanda erkekle eşitliğini, sınıfsal kurtuluşunu ve ulusal özgürlüğünü savunmak dururken, kadını erkeğe göre kutsayan tutum ve davranışlar çubuğu tersine bükmenin de ötesinde yanlıştır. Mutfak da dahil her alana kadınıyla-erkeğiyle eşit gitmeyi savunmak yerine “sosyalist kadınlar mutfaklardan çekilsin” demek, kadınıyla-erkeğiyle ezilenlerin/sömürülenlerin devrimi yerine “kadın ideolojisi öncülüğünde devrim” demek yanlıştır, siyasi körlüktür.
Gerek sorunun tanımlanmasında gerekse propaganda dilinde, kadının “erkekleşmesi” kadar erkeğin de “kadınlaşması”, erkeksi bir dil kadar kadınsı bir dil de kullanmak ya da ana tanrıçayı düşüren erkek peygambere karşı bu kez kadını kutsayan ana tanrıça kültürünü yeniden geliştirmek vb. yönelimlere düşmemeliyiz. Feminist, liberal ve milliyetçilerden farklı olarak biz komünistler, 21.yy’da insan olarak farklı cinslerin eşitlik ve özgürlüğünü hedefleyen ve bunun üzerine kurulmuş bir dili geliştirebilmeliyiz.
Holding yöneticisi kadınların vücut dilleriyle (tespih çekerek vb.) erkeklere özenip erkeksi davranışlar sergilemeleri; stadyumlara akın eden kadınların stadyum dilini disipline edeceklerine erkeklerden daha fazla erkeksi küfürler yağdırmaları; şirket ya da kurumların yönetim kademelerinde yer alan kadınların kendilerini ispatlama adına erkeklerden daha haşin, daha sert eril davranışları neyin kanıtı? Kapitalist özel mülkiyet düzeni ile onun siyasal rejimi koşullarında kadının iş ve ticaret hayatında, spor, siyaset ve kurumlarda etkin yer almasıyla kişilik olarak erilleşmesi (erkekleşmesi) paralel gelişiyorsa; demek ki erkeği ön plana çıkaran ekonomik, sosyal koşullar kadının da erkekleşmesine yol açıyor. Demek ki esas sorun on bin yıl önce kadının düşürülmesinde rol oynayan ekonomik, siyasal koşulların ortadan kaldırılmasıdır. Demek ki bugün kadın sorununa köklü çözüm ararken, kadının ilk düşürüldüğü evredeki ekonomik, sosyal koşullardaki değişime bakmak gerekiyor.
Sadece siyasette değil, ekonomik, sosyal, kültürel ve dinsel hayatın her alanında eril (erkek kurgulu) bir dil kullanılıyor. Öyle ki dil, din, iş hayatı başta gelmek üzere toplum bir bütün olarak cinsiyet ayrımcı. Bunlar doğru, ancak çözüm, bu eril (erkeksi) dile alternatif dişil (kadınsı) bir dil ve üslup geliştirmek olmamalıdır. Erkek egemen dile karşı “kadınsı” bir dil oluşturma arayışı, kadını aşağılanmaktan kurtarma adına kutsamaya vardırılırsa bu başka bir açmaza sürükler bizi. Çözüm eril ya da dişil bir dil yerine kadın ve erkeği eşitleyen bir dili, insan özgürlüğü ve hümanizmasına odaklanmış bir dili başta siyasette olmak üzere her alanda üretebilmeliyiz. 21.yy’da Özgürlük ve Sosyalizm Manifestosu’ndaki belirlemeyle;
“Kadının erkeğe göre lanetlenmesi kadar kutsallaştırılması da yanlıştır. 21.yy devrimci değişimi perspektifinde kadın ve erkeği cins olarak değil, insan olarak algılar” yaklaşımını esas almak gerekiyor.
Nihayet dil alanında yüzleşeceğimiz bir diğer sorun; kendi aramızda yani örgütlü kadro, üye ve taraftarlar arasında kullanılan/kullanılacak dil ile kitlelere dönük kullanılacak propaganda ve ajitasyon dilinin de ana hatlarıyla belirlenmesi gerekiyor.
Zaman-mekan-görev ve sorumluluklarımız
Kadın Konferansı’nın ortalama bir yıl içerisinde toparlanması gibi belirlenmiş bir zaman aralığı var önümüzde. Demek ki öncelikli sorunumuz; zaman-mekân-görev (sorumluk) bağlantısı ve iç kurgusunu sağlam kurmamız gerekiyor. Hangi zaman aralığında, hangi mekanda, hangi görev ve sorumluluklarımızı yerine getireceğiz? Takvime bağlanmış (belirlenmiş) zaman dilimlerine hangi görevler (yapılacaklar) yerleştirilerek? Konferansa kadar geçecek sürede bunları ana hatlarıyla içerecek bir eylem planı oluşturulmalıdır.
Kim kurgulayacak? Öncelikle bu alanda sorumluluk alacak olan kadın yoldaşlarımızın sorumluluğunda tüm yoldaşlar! Konferansa kadar geçen süredeki eylem planı neleri içerecek ya da kim, neyi, nasıl kurgulayacak?
- Yöntem olarak bir ve birden fazla kadın yoldaşımızın olduğu her yerde hem tartışmak hem de yürüyebilmek! Yine birden fazla kadın yoldaşımızın olduğu yerlerde belirli aralıklarla kadrolaşma amaçlı içe dönük dar toplantılar ile hedef kitlemize dönük eğitim seminerleri, sine-vizyon gösterileri vb. yapmak. Bir yandan eylem planını somutlaştırmak için taslak ya da taslakların üzerinde eleştirel katkılarla çalışmak, diğer yandan bulunduğumuz her alanda kadın çalışmasının içe ve dışa dönük faaliyetlerini aralıksız sürdürebilmek.
- Kadın çalışmasında gerek örgüt içi gerekse kitlelere dönük çalışmalarda reçete olarak kullanılmamak kaydıyla ana hatlarıyla belirlenmiş bir dile, hatta belki belirlenmiş kimi vurgu ve kavramlara ihtiyacımız var. Kullanıldığında Kürdistanlı komünist/sosyalist kadınları tanımlayan, onların eylem ve davranışlarıyla özdeşleşmiş bir dile, kavramlara ve vurgulara ihtiyaç vardır.
- İlk adımda belirli bir kent ya da yakın kentlerde bir araya gelebilen kadın yoldaşlar toplantılar yaparak, mekansal uzaklık nedeniyle sıklıkla bir araya gelemeyecek olanlar ise kendi aralarında elektronik mektuplaşma trafiği ile tartışmaya sunulacak taslak eylem planı metni üzerinde çalışarak görüş ve önerilerini geliştirmelidirler. Belirlenmiş belli başlı kentlerde mevcut ilişkilerin derlenip toparlanması ve yeni alanlarda yeni ilişki arayışlarının sürdürülmesi diğer bir görev olarak önümüzde duruyor.
- Kadın çalışmasında propaganda ve ajitasyonda değerlendireceğimiz dergi, gazete vb. basın araçlarını kadın örgütlenme ve mücadelesinin güçlü araçları haline getirmek, parti yayınlarında kadınlarla ilgili genel ve Kürdistan özgülüne ilişkin düzenli teorik yazıların yanı sıra politik ve pratik deneylerimizden çıkarılmış derslerle yüklü yazıların yayınlanması için de arayış içerisinde olmak gerekiyor.

0 yorum :