21 Aralık 2010 Salı

Bir lisan bir insan, iki lisan?

Bir lisan bir insan, iki lisan?

İzzeddin Çalışlar


Kürtçe’nin ikinci resmi dil olması üzerine tartışmalar sürüyor. Genelikle siyasette pek referans alınmayan Avrupa’dan örnekler ise genel kültür gösterisine dönüşmekte. Dil nedir diye düşünmeye başlamanın zamanıdır. İşin içinden çıkmak zor. Acaba yine Chomsky’yi mi çağırsak?
Engin Ardıç abimiz geçen haftasonu köşesinde Avrupa’daki çok dilli ülkeleri saydı ve neredeyse eksiksiz bir döküm yaptı. Avrupa’daki ikinci dilleri sayarken Türkçe’yi de unutmamak lazım. Yunanistan ve Bulgaristan’ın AB’ye alıştıkça Türkçe’ye de alıştığı sokakta yürürken hissediliyor. Konuyu Avrupa’yla sınırlı tutmayıp diğer kıtalara da göz atabiliriz.

İlk akla gelen tabii ki ABD’nin Latin kökenli nüfusun yoğun olduğu bölgelerde yaptığı İspanyolca uygulaması. İspanyolca özellikle güney eyaletlerde o kadar hayatın içinde ki, kimsenin aklına resmi dil tartışması yapmak falan gelmiyor. Kaldı ki ABD’nin resmi dili de yok. Yani bu konu anayasal bir düzenleme haline getirilmemiş. Hayret! Nasıl oluyor da ABD resmi dili olmadan birlik ve beraberlik içinde bunca yıldır var olmayı başarmış? Demek ki resmi dil olmadan da ülke olunabiliyor. Buna karşın bizdeki tartışmaya bakarsak bir dilin varlığını kanıtlayabilmesi için resmi sıfatını haiz olması gerektiğini sanabiliriz. Oysa, nasıl ki bu millet anayasasından dinini çıkarıp attı, pekala dilini de atabilir... Bir dilin varlık sorunu olabilir mi? Ortalıkta Urduca konuşan iki kişi bile varsa, Urduca da var demektir.
Gelelim Güney Amerika’ya... Arjantin’de İtalyanca, Brezilya’da Almanca sorun çıkartmıyor. Peki nerede sorun var diye bakarsak da ilk akla gelen ülke Çin. Şu cümleyi bir okuyun, bakalım tanıdık gelecek mi?
“Çin Halk Cumhuriyeti birçok etnik gruptan oluşmaktadır. Tibetliler de bunlardan sadece biridir. Tibetçe, aslen Sanskritçe’nin bozulmuş bir halidir ve başlı başına bir lisan sayılmaz. Çin Halk Cumhuriyeti’nde Tibetliler dini inançlarını özgürce yerine getirebilir.”
Lhasa’daki otelin turistlere birgi veren resmi panosunda böyle yazıyor. Çin’in Tibet politikasını bilen ve tasvip eden var mı bilmiyorum; ama benim gözlemlediğim kadarıyla, Tibetliler sürekli polisiye ve askeri gözlem altında tutulan, manastırdaki rahip sayısı son yirmi yılda binde bir oranında azaltılmış, hoyrat Çin modernizminin altına silinen bir toplum. Cengiz Aktar’ın ifadesiyle “cinnet” halindeki Çin modernizminin kültürel süpürücülüğünün en iyi izlenebileceği yer Tibet olsa gerek; 7. yüzyılda kent kurmuş bir kültürün dilini bile yoksayarak...
Atalarımız “Bir lisan bir insan” derken sadece kolejlerde okutulan Fransızca, İngilizce ve Almanca’yı kastetmiş olabilir mi? Kürtçe tartışmasının en irrasyonel taraftarları, yıllarca böyle bir dil olmadığını savunanlardı. Şimdi ise resmi dil olur/olmaz tartışması çift taraflı irrasyonel zemin oluşturuyor. Her dil konuşulmalı, okunmalı, yazılmalı, öğrenilebilmeli, yaşatılmalı, zenginleşmeli. Dil kültürün parçasıdır, bireye ifade yetisi, topluma fayda sağlar. Resmiyet ise ifadeyi de, bireyi de, kültürü de cendereye alır. Resmiyetin Türkçe’ye yaptıklarını gördükçe, bir Kürt’ün dilinin neden resmi sayılmasını talep ettiğini anlamak için daha çok düşünmem gerekecek...

0 yorum :