20 Aralık 2010 Pazartesi

Kürtler, Öcalan ve gecikmiş yetki devri

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları geçen hafta ziyaretime geldiler.
Özellikle ‘Hakikat Komisyonu’ ve ‘Demokratik Özerklik’ konusunda Öcalan’ın görüşlerini aktardılar. Birçok yazar gibi benim de bu mesele hakkındaki görüşlerimi, önerilerimi ve eleştirilerimi öğrenmek istediler.
Özet olarak izlenimlerimi kamuya da duyurmayı bir sorumluluk sayıyorum. Bu görüşlerimin bir kısmını ‘Özerklik Çalıştayı’nda da aktardım.

Barışın dili
Herkes barışın dilini konuşmaktan söz edip duruyor. “Bal bal demekle ağız tatlanmaz!” Bunun günlük yaşam ve toplumsal alandaki karşılığı somut projelerdir. Abdullah Öcalan’ın ana hatlarını oluşturduğu ‘Demokratik Özerklik’ projesi kamunun gündemine böyle bir anlayışla sunuluyor.
Siyasi, hukuki, öz savunma, kültürel, sosyal, ekonomik, ekolojik ve diplomasi olmak üzere sekiz ana boyutuyla mesele, geniş kesimlerin tartışmasına açılıyor.
Bu yönüyle yeni sivil ve demokratik bir Türkiye anayasası çalışmalarında Kürtlerin özerk statüsünü de belirlemek için önemli bir metin.
Devletin en büyük gönülsüzlüğü bireysel hak ve kolektif hak arasındaki derin ve belirleyici önemi yok saymak bahsinde ortaya çıkyor.

Ne devlet kurma var ne de devlet yıkma
Devlet dediğimiz güç mevzilenmesi ve tabi olduğu uluslararası neo liberal sistem, Kürt meselesini çözerken emperyal bir genişleme operasyonu yapmak istiyor.
Yani Türkiye kamuoyundaki yaygın endişenin aksine bölünmeyi değil genişlemeyi arzuluyor. Bunun Ortadoğu’daki tüm halkların başına yeni belalar açacağı ve hiçbir halkın yoksullarına fayda getirmeyeceği aşikâr.
Yine kamunun başarılı bir dezenformasyonla tam tersine inandırıldığı Kürtlerin talepleri ise tam aksi yönde.
Öcalan ve Kürt siyasal hareketi, neredeyse tüm ezberleri bozacak bir şekilde devletsiz bir yeni sistemin arayışı içinde.
Türk devleti savaşa ve yok saymaya dayanan eski politikalarını artık sürdüremez hale gelirken Kürt halkı da eski statü altında yaşamak istememektedir.
Kürt hareketi 30 yıllık bir süreçte ortaya çıkardığı enerji ve güçle yukarıda saydığım sekiz olguda yetki devri talep etmektedir.
Tüm kadroları ve refleksleriyle bu ‘yeni süreç’in dilini oluşturmaya çalışıyorlar.
Temel aldıkları yöntemi çok kesin bir dille ‘diyalog’ olarak belirlerken ‘Demokratik Özerklik’ projesinin ‘Bir devlet yıkma ya da devlet kurma içermediği’nin altını özellikle çiziyorlar.
Henüz taslak aşamasında olan metin “Bu model, faşist karakterde olmayan her siyasi güç tarafından ilkeli uzlaşmalar temelinde kabul edilecek bir ulusal sorun çözme modelidir” diye başlıyor.
Diğer parçalarda yaşayan Kürtlerle ilişkisini “... içinde yaşadıkları devletlerin sınırlarına dokunmadan birbirini güçlendirme ve tamamlama biçiminde ilişkiler kuracaktır...” diyerek tanımlıyor.
AK Parti hükümetinin Kürt meselesindeki yalpalamalarına akıl erdiremeyenler, AK Parti’nin çözümü uluslararası neo-liberal sistemin arzularına göre dizayn etme arzusunu göremeyenlerdir. Bir başka yazımda hükümetten ‘çözümün önündeki engel’ olarak bahsetmemin gerekçesi ve arka planı budur. Elbette ki sebebi iktisadidir.
Bağımsız bir sosyalist aydın nazarıyla baktığımda taslak metnin açılmaya ve tartışılmaya muhtaç yanları olduğunu şerh ederek şunu söyleyebilirim ki bu önerme Kastamonu’daki yoksul köylüye, Kocaeli’ndeki emekçiye de dönük bir kapsama alanı genişlemesi içerdiğinde, ülkemiz yakın dönem siyasi tarihindeki en demokrat içeriğe sahip proje olarak tarihteki dönüştürücü yerini alacaktır.
Bu çağrı bir ‘sessizlik suikastı’yla görmezlikten gelinirse kimsenin altından kalkamayacağı yeni acılarla karşı karşıya kalınacaktır.
Bu süreçte ‘Hakikat Komisyonu’nun yeri ve önemini bir başka yazıda anlatacağım.
Not: TV24’teki programdan kendi isteğimle ayrıldım. Çalıştığım herkese ve izleyicilere içten teşekkürlerimi bildiririm.

0 yorum :