22 Aralık 2010 Çarşamba

Hala Tellere Takılı Uçurtmamız; Çünkü Biz Türkiyeliyiz Anne

Hala Tellere Takılı Uçurtmamız; Çünkü Biz Türkiyeliyiz Anne



Hala Tellere Takılı Uçurtmamız; çünkü biz Türkiyeliyiz anne. Artık hiçbirimiz bilmiyoruz zulmü hangi "bilinmeyen dil" ile anlatacağımızı, böylesi sağırken bir koca ülke.
Ahmet Kaya...

Şarkılar söylüyordu, güzel genç insanlarla birlikte. Yaşlılar da eşlik ediyordu o şarkılara. Bir gün o şarkıları "bilinmeyen dil"de söylemek istedi. Bugünün Türkiyesi'nde herkesin yapabildiği şeyi O, o zaman yapabilmeyi diledi sadece. O esnada sahneye Serdar Ortaç geldi.

Demokrasinin 10. yaş süzmeliğinden çıkamamışların kıymetsiz alkışları için, 10. Yıl Marşı'nı söyledi sahte sanatçılarla birlikte. İşte masal tam da orada, o zaman bitti. O günden sonra genç insanlar Serdar Ortaç şarkıları söylemeye başladı. Koca bir ülke, başı- sonu belirsiz savaşlarla, zulümlerle, kendisine "sanat" diye satılan ucuz pop kültürüyle yaşamaya devam etti.
***

Ümit Kıvanç'ın harika belgeselini izlediğim gün, belki de yaşım gereği çokça sorguladığım ülkeme dönüp baktım dikkatlice. Masal bittikten çokça yıllar sonra...

Eski kahramanlık hikayeleri ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülüyordu, "yerseniz" diyerek. Yiyorduk evet.

Bir avuç insan "barış" derken inatla; bir spor müsabakasında iki taraftar gurubu birbirini dövüyordu.

Klasik bir Türk filmi senaryosu, farklı isimlerde bir kaç TV dizisi olarak çıkıyordu karşımıza. Beyinlerimiz iyice uyuşsun diye.

Kravatlı adamlar istikrardan, gelişmişlikten, büyük ekonomi olmaktan bahsediyordu. Binlerce yoksul bir ekmek daha alabilmenin derdindeyken kış ayazında.

Kanundan, anayasadan, referandumdan gem vuruyorlardı utanmadan, "çocuk" katiller sırıtırken polislerle bayraklar altında.

Yalan savaşların sözde kahramanları, o gün kaç sivili katlettiklerini anlatıyordu mikrofonlara. O mikrofonların sahibi kanallar, dünyaya çok iyi bir şey omuş gibi veriyordu katliam haberlerini.

Birileri hala büyük erkek kardeşlerin hükümranlığındaki büyük birliklerin bizi en kısa zamanda kucaklayacağından söz ediyordu. Hem de, en çok insani birliklere ihtiyacımız olduğunu hatırlamamız gereken zamanda; "herkese eşit eğitim hakkı" isteyen gençler coplanırken sokakta. Ve doğmamış bebekler o coplarla ölürken "umudu bakire" annelerinin karnında.

Kimisi ucuz pop şarkılarını müzik, et pazarı koreografileri dans diye satıyordu ve acı olanı çok satıyordu. Edebiyat "Ye, Dua Et, Sev" idi pek çokları için, mizah sazlı, sözlü, dansözlü yandaşlık.

***

10 yıl önce ben 12 yaşımdaydım. Hatırladığım, bildiğim kadarıyla "Onsuz 10 Yıl" da olan olmuş bize anne. Hala Tellere Takılı Uçurtmamız; çünkü biz Türkiyeliyiz anne. Orta Doğu'nun aslında en orta yerinde, acının göbeğinde. Artık hiçbirimiz bilmiyoruz zulmü hangi "bilinmeyen dil" ile anlatacağımızı, böylesi sağırken bir koca ülke.

Ama bu koca ülkede doğan herkes borçlu doğar bana göre. Günü geldiğinde ülkenin ezilmiş, susturulmuş “öteki”lerine karşı borcunu ödemelidir. Öde öde bitmeyecek bir borç olsa da bu. Bir söz, bir eylem; hiç değilse sımsıkı bir yumruk ile. Her ne ile olursa olsun, vicdanı rahat nefes alabilmek için ödemelidir. Bu yüzden, bu yazıyla, güzel insanları anabiliyor olmanın verdiği umuda, yumurta atan ellerin yumruk gibi sapasağlam yüreğine selam olsun.


Ece Citelbeg

0 yorum :