19 Ocak 2011 Çarşamba

Kerem öldürmeyen âşıklar


Mekân Kilis dolayları. ‘Mecburi iskân’ denildiğinde Türkmenlerin Osmanlı’ya en çok beddua ettiği topraklar…
Siz bakmayın macunlaştırılmış barak havası türkülere. Bir türkü

 ‘iskân’a ağlamıyorsa barak değildir. İçinde eğer ‘aşk’ da varsa gelir ‘Keremkâr’ olur.
Kilis ilginç bir yerdir. Yavuz, doğu seferine giderken ordugâhını Kilis’e kurmak istediğinde camilerin birbirine çok yakın yapıldığını görünce vazgeçmiş. Durumu da “Bir yerde bu kadar yan yana cami yapılmışsa imana alamet değil, fitneye delalettir!” diyerek açıklamış. Bilinir, Barakeli’nin Türkmenleri de ancak fitne ile iskân ettirilebilmiştir.
İşte Osmanlı’nın son, yeni cumhuriyetin ilk zamanlarında, Kilisli bir barak ozanı “İsfahan’dır Aslı bizim ilimiz/Ördek uçtu, ıssız kaldı gölümüz” diyerek Kerem ile Aslı’nın destanını okumaya başlamış.
Kerem, İsfahan Şahı’nın oğlu Ahmet Mirza’nın, Ermeni keşişin kızı Aslı’ya âşık olduktan sonra kazandığı lakaptır. Nihat Genç, bu destandaki Ermeni kız-Türk oğlan denkleminin, okunduğu topraklara göre nasıl değiştiğini ne güzel anlatır. Destanın sonuna gelinip de âşıklar kavuşmadan yanıp kül olunca eski bir sipahi kılıcını çekerek ozanın üstüne yürümüş. Rivayet edilir ki ozan can korkusuyla Hz. Hızır’ı destana sokup âşıkları küllerinden yeniden diriltmiş ve mutlu sona bağlamıştır.
Hikâyenin sonuna müdahale etmek sadece sipahinin fikri değildir. Refik Halid Karay anlatır. Abdülhamid devrinde, âşıklar Kerem destanını anlattığında sonu vuslatla bitmeyince intihar vakaları yaşanır. Bunun üzerine bir ferman yayımlanır. Artık hikâyenin sonu kavuşmayla bitecektir. Kerem ile Aslı’yı yakıp kül eden halk âşıklarının da kellesi gidecektir. Bu yüzden halk âşıkları ikiye ayrılır. Hikâyeyi kavuşmayla bitirenlere de ‘Kerem öldürmeyen âşıklar’ denir.

Hikâyenin ağlanacak yeri
Eskiden ‘köy odaları’ vardı. Televizyonun her haneye girmediği zamanlarda orada oturulur, hikâyeler anlatılırdı. Bu topraklarda hangi ferman yayımlanırsa yayımlansın sonu mutlu bitmeyecek olan bir başka hikâye daha vardır; o da Kerbela’dır…
Eğer ‘sosyal psikiyatri’de ‘devreden toplumsal travma’ denilen olguyu bilmiyorsanız bu hikâye anlatma ritüeline gülersiniz.
Halk, yüzlerce kez dinlediği ve acı sonunu bildiği halde hikâyeyi merakla dinlemeye başlar. Binlerce silahlı, külahlı, karnı tok, sırtı pek cellada karşı, çoğu bebek 72 canın aç–susuz direniş destanıdır.
Kerbela masumları sayıca çok azdırlar, halk ağlamaz.
Açlıktan kırılırlar, halk ağlamaz.
Susuz kalan çocuklar feryat etmektedirler, halk ağlamaz.
Abbas Fırat kıyısına su getirmeye gönderilir, gittiğinde gelmeyeceği bilinir, halk ağlamaz.
Hüseyin tek başına at üstünde binlerce kişiyle ve tarihin en büyük fitnesiyle çaresiz cenk etmektedir, öleceği kesindir, halk ağlamaz.
Sonunu bildiği halde Allah’tan, evliyadan, enbiyadan medet umar da Hüseyin’in, binlerce atlıyı yenmesini ister, halk ağlamaz.
Ne zaman ki “Hüseyin attan düşer, sahrayı Kerbela’ya”, halk o zaman ağlamaya başlar.
Hem ağlar hem de gelmeyen Cebrail’e intizar ederek sultan-ı enbiyaya haber vermesini ister.
Ağlanan şey hikâyede umudun kalmaması değildir aslında. Atlı zalimler karşısında yaya kalmaktır. Kerem’in yanıp kül olması değildir yürekleri yakan. Muktedirlerin bezirgân saltanatı sürdükçe hiçbir âşığın kavuşamayacağıdır.

Hrant bizim Keremimizdir
Kerem, aşkı uğruna beylik saltanatını itelemiş, hırsızlıkla suçlanacak kadar da yoksul düşmüştür.
Bu halk, Hrant o kaldırıma düştüğünde, hiçbir evladına ağlamadığı kadar ağlamışsa iki sebebi vardır.
Birincisi, kanlı zalimler hep atlı, devletliyken, o attan düşmüş, yoksul ve yaya kalmıştır. İspatı da altı delik ayakkabısıdır.
İkincisi, bizim İsfahan zalimleri gibi davranmamız sonucunda kavuşamayacağını, kavuşturulmayacağını bile bile, bir Kerem yüreği ile ‘su çatlağını bulana kadar’ sevmeye devam etmiştir.
Keşke bir sipahi gelse “Bu hikâyenin sonu böyle bitemez!” dese.
Barak elinin Kerem öldürmeyen âşığı, sazını yeniden eline alsa ve senin dilinden bir Seyfullah ‘Keremkâr’ı söylemeye başlasa…
“Biz âşığız, biz ölmeyiz!
Çürüyüp toprak olmayız
Karanlıklarda kalmayız
Bize leyl-ü nehâr olmaz!”
Diyerek coşkuyla söylese, biz de utancımıza ağlasak…

0 yorum :