30 Aralık 2010 Perşembe

Demokrat Parti'den Marilyn Monroe'ya

1950’lerin ilk günü, bir pazar günüydü. Yılbaşı gecesi, dünyanın büyük bir bölümünde nisbî bir iyimserlikle kutlanmıştı. Çünkü işler yeniden, iyiye doğru gitmeye başlamıştı.
İkinci Dünya Savaşı gibi, 50 milyon insanı öldüren bir felaketin arkasından birçok ülke, beş yıllık bir barış süreci yaşamıştı.
Gerçi şu da vardı: Beş yıl içinde, o ülkelerin büyük bir kısmında yokluk vardı, evsizlik, barksızlık vardı, parasızlık vardı, açlık vardı. Ama o durum, ekonomik ve sosyal açıdan, aşama aşama düzelmeye başlamıştı.
Gerçi o beş yıl içinde dünya yeniden iki karşıt kampa ayrılmıştı. Batı’da ABD’nin liderliğinde Batı Bloku, Doğuda Rusya’nın (o zamanki yapısıyla Sovyetler Birliği’nin) liderliğinde Doğu Bloku oluşmuştu.
Avrupa, iki blok arasında fiilen, ikiye bölünmüştü.  “Eski kıt’a”nın ortasından aşağıya doğru bir çizgi çekilmişti. İngiltere’nin savaştaki Başbakanı Winston Churchil’in deyimiyle, orada bir ‘demir perde’ oluşmuştu.
O ‘perde’ Almanya’yı ikiye bölmüştü. Biri –Batı’daki- ‘Federal Almanya Cumhuriyeti’, öteki –Doğu’daki- ‘Alman Demokratik Cumhuriyeti’ olmak üzere, iki Almanya kurulmuştu.
Demir Perde’nin doğusunda kalan Sovyetler Birliği’nin kontrolü altında, komünistleşmiş ülkeler şunlardı:
Almanya Demokratik Cumhuriyeti, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan... Bugünkü Letonya, Litvanya, Estonya, Belarus, Moldovya, Ukrayna, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, zaten Sovyetler Birliği’ne bağlı federe devletlerdi.
ABD’nin liderliğindeki Batı Bloku’nda ise, ‘komünist ama, tarafsız’ şu ülkeler vardı: İngiltere, Fransa, Portekiz, İtalya, İzlanda, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka, Norveç, Federal Almanya... Avrupa’nın diğer ülkelerinin adı ‘tarafsız’dı. Ama onlar da ikiye ayrılabilirdi: İsviçre, İsveç, Avusturya, Finlandiya gibi ülkelere, ‘Batı’ya yakın, tarafsız’ denilebilirdi. Yugoslavya, Arnavutluk gibi ülkeler ise komünist rejimlerle yönetiliyordu. İdeolojik açıdan “Doğu’ya yakın tarafsız” diye anılabilirlerdi.

NATO ve Varşova Paktı

1949’da Batı Avrupa’daki ülkelerden bir kısmı, Federal Almanya hariç, ABD ve Kanada’nın önderliğindeki NATO paktını kurmuştu.
NATO, üyesi olan ülkeleri, Sovyetler Birliği’nden ve yandaşlarından gelen ‘komünizm yayılmacılığı’ tehlikesinden koruyacaktı.
1950’li yıllarda, NATO gelişti. 1952’de Türkiye ve Yunanistan’ı, 1955’te de Federal Almanya’yı üyeleri arasına kattı.
Sovyetler Birliği de buna, 1955’te Varşova Paktı’nı kurarak karşılık verdi. Liderliği altındaki paktın diğer üyeleri, zaten savaş sonrasında Alman işgalinden ‘kurtardığı’ ülkelerdi: Polonya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan ve Demokratik Alman Cumhuriyeti.

Değişen liderler

1950’li yıllarda Soğuk Savaş’ın iki blokunun liderleri değişti. ABD’de -1952’de- Başkan Truman’ın yerine General Eisenhower seçildi. Sovyetler Birliği’nde de Stalin’in -1953’teki- ölümünden sonra, önce bir üçlü yönetim dönemine geçildi. Sonra Kruşçev’in liderlik dönemi başladı.
Dünyada zaman zaman bu değişikliklerin bloklar arası gerginliğin, azalacağı umutları ortaya çıktı. Fakat bunlar gerçekleşmedi. Taraflar arasındaki silahlanma yarışı bitmedi. Hatta sonra, teknolojinin gelişmesiyle daha da arttı.

Soğuk Savaş ve ekonomi

Evet, bu bloklaşma, iki taraf arasında ‘Soğuk Savaş’ adı verilen karşılıklı silahlanma ve savaşa hazır olma yarışını tırmandırıyordu. Ama bu, ekonomideki iyileşmeyi fazla engellemiyordu. Hatta, özellikle Batı ülkelerinde, bu yarışın ekonomiyi tetikleyen, işsizliği azaltan etkileri de vardı.
Batı ülkeleri, İkinci Dünya Savaşı’nın ister İngiltere gibi galibi olsunlar, ister Almanya gibi mağlubu, ABD’nin organize ettiği Marshall yardımından da faydalanıyorlardı. İkili ilişkilerin sonucunda, gene ABD’den aldıkları -savunmayla ilgili- katkılardan da.
Bu açıdan, dünyanın birçok bölgesindeki insanlar, 1950’lerin başlarında, geleceğe daha fazla umutla bakmaya başlamışlardı.
Bazı bölgelerdeki insanlar hariç... Çünkü o bölgelerde savaşlar, çatışmalar vardı... Bunlar bölgesel veya yöresel savaşlar halindeydi. Fakat, ateş düştüğü yeri yakar derler, oralarda silahlar, bombalar patlıyordu. İnsanlar ölüyor, yaralanıyorlar, yerlerinden yurtlarından oluyorlardı.
1948’de İsrail’in kurulmasıyla başlayan Arap-İsrail savaşı sonrasındaki yerel çatışmalar gibi, Hindistan ile Pakistan arasındaki Kaşmir’de, bitip tükenmek bilmeyen çatışmalar gibi...
O zamanlar Çin Hindi diye anılan, bugünkü Vietnam ve Kamboçya’yı kaplayan ve uzun yıllar Fransız yönetimi altında kalan bölgedeki bağımsız savaşlar gibi...

Kore savaşı

O yerel savaşlardan biri, 1950 Haziran’ında Kore’de başladı. Başlangıçta, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan iki Kore devleti arasındaydı. Kuzeydeki Komünist Kuzey Kore, güneydeki ABD müttefiki Kore Cumhuriyeti’ne saldırmıştı. Ama savaş, kısa bir süre sonra yerel olmaktan çıktı. Uluslararası hale geldi. Batı tarafından Amerika ve İngiltere başta olmak üzere, Türkiye dahil, birçok ülkenin Güney Kore’nin yanında katıldığı bir savaş haline geldi. Doğu’dan da Çin Devleti, gönüllü göndermek suretiyle Kuzey Kore’yi destekliyordu.
Bu savaş 1953’e kadar sürdü...
ABD’nin altyapısını hazırladığı Birleşmiş Milletler çağrısına uyarak Kore’de savaşan BM kuvvetlerinin kaybı, 150 bin civarındaydı. Ayrıca 250 bin asker yaralanmıştı. Kuzey Koreliler ile Çinlilerin kaybı ise 1 milyon 800 bin olarak hesaplanıyordu.
Yani, o savaşta ‘ateş’ diğer savaşlardaki gibi, sadece ‘düştüğü yer’i yakmamıştı. Uzak Doğu’dan başlayıp Amerika’ya, Avrupa’ya ve Türkiye’ye kadar birçok ülkedeki birçok aileyi yakmıştı.
Kore’deki 4.500 askerli Türk birliğinin kaybı, 822 askerdi. Yaralı sayısı da 1.214’tü.

Macaristan olayı


1950’li yılların büyük olaylarından biri 1956 Ekim’inde Macaristan’da yaşandı. Doğu Bloku içindeki Macaristan’ın yöneticileri, komünist rejimde reformlar gerçekleştirmek istiyorlardı. Bunun için bazı adımlar atmışlardı.
O adımlar gerek Doğu Bloku’nun diğer ülkelerinde, gerek Batı’da umutlar uyandırdı. Ama sonunda Sovyetler Birliği’nin sert müdahalesiyle karşılaştı. Yöneticiler değişti. Yenileri geldi. Eski yöneticilerle birlikte birçok reformcu idamla cezalandırıldı.

Süveyş harekâtı

Macaristan olayları sırasında dünyayı sarsan bir başka olay, İsrail’in İngiliz ve Fransızlarla anlaşarak, Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı işgal etmek üzere başlattığı harekâttı... Üç ülke birlikte, baskın şeklindeki bir saldırıyla Süveyş’e kısa zamanda ulaştılar. Ama buna ABD’nin tepki göstermesi üzerine harekâtı durdurmak zorunda kaldılar. Bu durum Fransa ve İngiltere’de hükümetleri güç duruma soktu.
Amerika ise, bu müdahalesiyle, dünya ülkelerine ‘Bölgede artık ben de varım’ mesajı verdi.
O günden bugüne, bölgeyle ilgisini sürdürmeye devam ediyor.

Irak ihtilali

Ortadoğu, 1958’de bir ‘ihtilal’le sarsıldı. Irak’taki Kral Faysal, General Kasım’ın liderliğindeki darbeyle öldürüldü. Kral ailesinin diğer fertleri ile Başbakan Nuri Sait de aynı akıbete uğradı. Irak’ta cumhuriyet ilan edildi.
Amerika, olayın başka ülkelerde de etkili olmasını, Ortadoğu’nun diğer krallıklarını tehdit etmesini önlemek için, Lübnan’a asker çıkardı.
Irak ihtilali Türkiye’yi de etkiledi. General Kasım, Türkiye ve Pakistan ile İngiltere’nin üye olduğu Bağdat Paktı’ndan çıktı. Ortadoğu’daki Doğu-Batı dengeleri değişmeye başladı. Mısır Devlet Başkanı Nasır’ın bölge halkları üzerindeki nüfuzu arttı.
***
Özetle: Dünyanın büyük kısmı, 1950’li yılları ekonomik açıdan rahatlayarak ve gelişerek yaşadı. Uluslararası siyaset alanında ise, savaşlar, iç savaşlar, darbeler birbirini izledi.


TÜRKİYE

1950 yılı, Türkiye için büyük bir değişim yılı oldu.
1946’da, tek partili yönetim dönemini bitirip çok partili demokrasiye geçen ülkede, 27 yıldan beri ilk defa bir iktidar değişikliği gerçekleşti. 14 Mayıs Pazar günü yapılan seçimlerde İsmet İnönü’nün liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarı sona erdi. Celal Bayar’ın liderliğindeki Demokrat Parti, iktidar partisi oldu.
Bayar, cumhurbaşkanlığını üstlendi, başbakanlığa Adnan Menderes’i getirdi.
Başlangıçta işler iyi gitti. Ekonomide, liberalleşmenin ve eskisine göre daha serbest bir ithalat rejiminin etkisiyle, bir canlanma başladı.
Bunu, Kore Savaşı’na katılmamızın sonucunda NATO’ya girişimiz izledi. NATO’nun başta yol yapımı projeleri olmak üzere altyapı yatırımları için tahsis ettiği olanaklardan faydalanıldı. Devletin öncülüğünde şeker ve çimento fabrikaları inşaatı, baraj yapımı gibi projeler gerçekleştirildi.
Fakat 1953-1954 yıllarından itibaren ortaya çıkan ‘cari açık’ problemleri, bu gidişi zorlaştırdı.
Siyaset alanında da gerginlikler arttı. 1950-1951 yıllarında, muhalefetteyken yaptığı demokratikleşme vaatlerini yerine getireceği izlenimini veren Demokrat Parti, 1950’de Meclis’e sunduğu –eskisine göre- daha liberal bir Basın Kanunu’nu çıkardıktan kısa bir süre sonra o tavrını değiştirdi.
Kendi yaptığı o kanun da dahil, basına ve muhalefet partilerine karşı, ağır yaptırımlar içeren kanunlar çıkarmaya başladı.

Baskı kanunları

Bunlardan biri, 1953’te CHP’nin tüm mal varlığını elinden alıp, Hazine’ye intikal ettiren kanundu. CHP, bunun sonucu olarak, binasız, araçsız, parasız bir parti haline gelmişti. Yeniden toparlanma imkanını bulmadan girdiği 1954 seçiminden de yeni bir yenilgiyle çıktı.
İktidar partisi DP ise, oylarını ve Meclis’e giren milletvekili sayısını, daha da artırmıştı. Meclis’teki 541 milletvekilliğinin 502’si artık Demokrat Partili’ydi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin milletvekili sayısı ise 33’e inmişti.
(Aslında CHP’nin aldığı oy oranı da az değildi. DP oyları yüzde 57 oranına çıkmıştı ama, CHP’nin oy oranı da yüzde 35’ti. Ama seçim sistemi birinci sıradaki partinin milletvekili sayısını, oy oranının çok üstüne çıkarıyordu.)
Demokrat Parti iktidarı, kendi özgüvenini büsbütün güçlendirmesi gereken bu sonuca rağmen, muhalefete ve basına yeni sınırlamalar getiren kanun değişiklikleri yapmaya yöneldi.
Basın Kanunu, yüksek yargıçları da ilgilendiren Emeklilik Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu o yönde değiştirildi.
Çok sayıda gazeteci hapse girdi. Yargıtay Başkanı dahil, yüksek yargıçlar Adalet Bakanı’nın kararıyla görevinden ayrıldı. Millet Partisi, Sulh Mahkemesi kararıyla kapatıldı. Millet Partisi’nin yerine kurulan Cumhuriyetçi Millet Partisi’nin (CMP) Kırşehir seçimini kazanması üzerine, Kırşehir ili ilçe haline getirilerek cezalandırıldı. Partinin lider ismi Osman Bölükbaşı, dokunulmazlığı kaldırılarak hapsedildi.
Bu siyasi gerginlik havasını körükleyen bir başka etken, ekonomik açıdan çekilen sıkıntılardı. 1955’ten başlayarak, yurtta kamyon lastiğinden traktör yedek parçasına, nal mıhından kahveye kadar birçok ithal malı bulunamaz olmuştu. Cari açık giderek büyümüş, Türkiye büyük bir döviz sıkıntısı içinde kalmıştı.

1957 seçimi


1957 genel seçimine bu koşullar altında gidildi. Üç muhalefet partisi (CHP, CMP ve Hürriyet Partisi) seçime işbirliği yaparak girmek üzereydiler. İktidar, çıkardığı bir kanunla, seçimlerde partiler arası işbirliğini yasakladı.
Seçim, olaylı geçti. Mersin’de ve Gaziantep’te halk grupları seçim sonuçlarına itiraz etti. Birçok kişi gözaltına alındı. CHP’nin milletvekili adayları tutuklandı.
Seçim sonuçlarına göre, Demokrat Parti, büyük oy kaybına uğramıştı. Partinin 1954’te yüzde 57.3 olan oyları yüzde 47.7’ye inmişti. Muhalefet partilerinin oyları toplam olarak daha fazlaydı. Ama onlar seçime birlikte giremeyecekleri için, seçim sisteminin de etkisiyle, iktidar partisi Meclis’te gene de, aldığı oy oranının çok üstünde bir sayıyla temsil edilecekti.
Meclis’teki milletvekili sayıları şöyleydi:
Demokrat Parti: (Oy: yüzde 47.7) 417
CHP : (Oy: yüzde 40.8) 173
CMP : (Oy: yüzde 7.1) 4
Hür. P. : (Oy: yüzde 3.8) 4

1957 seçiminden sonra partiler arası gerginlik tırmandıkça tırmandı. 1958’de yapılan devalüasyon, hayat pahalılığının artmasına, dar gelirli kesimlerin sıkıntılarının büyümesine yol açtı.
1959’dan itibaren muhalefet partilerinin yurtiçi gezilerine müdahaleler arttı. Demokrat Parti, ‘Vatan Cephesi’ adı altında, üyelerini artırmak üzere yeni bir hareket oluşturdu. Ama muhalefet lideri İnönü’ye saldırılar yapıldı.
Ve 1960 yılına, siyasi açıdan büyük bir karamsarlık içinde girildi.

Sinema ve müzik

1950’lerde dünyanın öteki ülkelerindeki ve Türkiye’deki ekonomik ve siyasi koşullar nasıl olursa olsun, hayatın renkli tarafları, hiçbir yerde eksik değildi. Özellikle de sinema ve müzik alanında...
1950’lerin Batı dünyasında sinemanın rolü büyüktü. Gerçi 1950’deki itibaren Amerika’da başlayıp yaygınlaşan düzenli televizyon yayınları, 1955’ten itibaren Avrupa ülkelerinde de başlamış ve gelişme yoluna girmişti. (Türkiye’deki düzenli deneme yayınları 1968’de -Ankara’da- başlayacaktı. Türkiye’ye yayılması 1970’li yıllarda olacaktı.)
Ancak, film seyretmenin asıl yeri, hâlâ sinemalardı.
Dönemin ünlü sinema oyuncuları arasında birinci sırada Marilyn Monroe vardı. Diğer kadın yıldızlar arasında Ava Gardner, Audrey Hepburn ön sıralardaydı. Erkek yıldızlardan ise Marlon Brando ve Frank Sinatra’nın adları ‘in’di.
Ses sanatçılarına gelince, Amerika’da adı kısa zamanda popülerleşen Elvis Presley, dünyanın her yerinde büyük ün kazanmıştı. Tabii, onunla birlikte de ‘Rock and Roll’... Türkiye’deki müzik alanındaki sanatçıların ise en ünlüleri, ‘üç büyükler’ diye anılan Müzeyyen Senar, Safiye Ayla ve Hamiyet Yüceses’ti...

0 yorum :