27 Aralık 2010 Pazartesi

Türkiye-İsrail barışı ve umutsuz BOP

Türkiye-İsrail barışı ve umutsuz BOP / Abdullah DERELİ
Abudullah DERELİ

NEWROZ

ABD’nin 2008’den beri yaşamakta olduğu mali krizin derin gediklerine eş zamanlı olarak Ortadoğu ve Kafkaslardaki hezimeti göz önüne alındığında, İsrail-Türkiye barışına daha bir ihtiyaç duyduğu rahatlıkla anlaşılır.


İsrail’in Gazze halkına yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine saldırısı ve 9 kişiyi katletmesi sonucu krize dönüşen iki ülke ilişkilerinin geleceğine dair kanaatimi Newroz Gazetesi’ne yazdığım bir yazıda ifade etmiş ve yazıyı “Türkiye-İsrail barışı pek yakında” şeklinde sonlandırmıştım. Hareket noktam şuydu: Büyük güçler için olmazsa olmaz derecede stratejik önemi olan Ortadoğu ve Kafkaslardaki enerji rezervlerinin hamisi olabilecek, iki ileri karakol vazifesini görebilecek İsrail-Türkiye ikilisinin ilişkilerinin daima iyi olmasına çalışılacak. Zira birbirini tamamlayan işlevsellikleriyle İsrail, askeri ve tarım sektöründeki teknolojisiyle kayda değer bir alana sahipken, Türkiye ise bölge ülkelerine kıyasla ekonomik dinamizmiyle alt-emperyalist ülke kategorisine yükselen bir güç. Öte yandan, kültürel ve tarihsel kökleri olan bir ülke olarak İslami motifiyle Kuzey Afrika’dan Asya’nın derinliklerine kadar olan geniş coğrafyada at koşturabilecek bir Batı müttefiki.
Dolayısıyla bu iki ülke birbirinin redifi olduğu gibi, farklı misyonların öznesi olarak İsrail gerektiğinde cellat rolünü oynarken, Türkiye ise papaz vazifesini görecek. Tabiri caizse küresel sermayanin büyük Ortadoğu coğrafyasının stabilize güçleridir. Öyle ya; Batı 1948’de İsrail devletinin kuruluşunu selamlarken, bu esas itibariyle ne Yahudilerin maruz kaldığı jenosidin kefaretini ödemekti, ne de insani duyguları ve insan haklarını içselleştirmiş olmalarından kaynaklanıyordu. Temel neden -herkesin bildiğini tekrarlarsam- müccehez ordusuyla petrol kuyularını korumasıydı. O nedenle Türkiye-İsrail ilişkisi emperyal hesapları olan uluslararası finas kapitalin doğrudan belirlediği bir ilişkidir.
Karmel’deki orman yangınına müdahaleyle birlikte Türkiye-İsarail arası hüküm süren gerilim yerini yumuşamaya, diyalog ve diplomasi mekiğine bırakırken, şimdilerde ise taraflar kendi cephelerinde kabul edilebilir. Bir barış formülü arayışındalar. Ankara barış için İsrail’den özür dileme ve tazminat talebinde ısrar ederken, İsrail de siyonist devlete zeval getirmeyecek bir çözüm olarak, ölen 9 TC vatandaşının ailelerine 100’er bin dolar verecek ve üzgün olduğunu beyan edecek. Her iki tarafın kırmızı çizgisi ise kutsal devlete toz kondurmamak, kendi halkları nezdinde muktedir bir profil çizmek...
Her neyse, bunlar ne yaparsa yapsın, önemli olan, “mevcut açmazlarını aşsınlar” diyen ABD’nin kaybedecek fazla zamanı yok. ABD’nin 11 Eylül eylemi ile birlikte başlattığı ve ekseni 'Küresel Teröre Karşı Savaş' olan politikayla açığa vurduğu imparatorluk arzusu, işgal ettiği Irak ve Afganistan batağında hüsranla sonuçlandı. Hasılat korkunç bir yıkım, küresel mali kriz ve önemlisi yerlerde sürünen ABD itibarı oldu. Ve tabii ki bölge rejimleri nezdinde güvensizlik. Yetmedi; El Kaide ve Taliban’la cebelleşirken, egemen olduğu Ortadoğu pazarının yükselen güçler tarafından altan alta sessizce ele geçiriliyor olması...
Ekonomisi çıkmazda, Afganistan girdabına takılmış, Ortadoğu üzerinde nüfuzunu yavaş yavaş yitiren bir Washington'un, İran gibi ciddi bir güçle sıcak temastan kaçınmaması düşünülemez. Yani İran ne Irak gibi bir aşiret yönetimine sahip, ne de Afganistan gibi parçalı ve dış destekle ancak ayakta kalan bir yönetime... Kısacası ABD’nin 2008'den beri yaşamakta olduğu mali krizin derin gediklerine eş zamanlı olarak Ortadoğu ve Kafkaslardaki hezimeti göz önüne alındığında, İsrail-Türkiye barışına daha bir ihtiyaç duyduğu rahatlıkla anlaşılır.
Özellikle küresel sermayanin dizginlenemeyen izdihamının odaklandığı Ortadoğu’daki dengeler, hangi güçlerin merkez-çeper olacağı süreci şüphesiz demokratik bir teamül sonucu belirlenmeyecek, tersine yeni bir savaşın damgasını vuracağı bir süreç söz konusu olabilir.
ABD kendi tercihi olmayan olası bir bölge savaşı için siyasi ve askeri yatırım yapmıyor değil. Kimi veriler var. Örneğin; İran’ı Körfez emirliklerinde yürütmekte olduğu Şii mezhebini yayma politikasından caydırıcı bir formül olarak emirliklerin NATO üyeliğine katılımlarını sağlayıp, olası bir savaşın külfetini üzerinden atmayı şimdiden planlıyor. Öte yandan NATO’nun Körfez’de konuşlanması, 'şer merkezi' İran'ın burnunun dibinde kalıcı tehdit unsuru olacak ve aba altından sopa gösterecek.
ABD’nin güncel sorunu ise Obama yönetimi ile şekilsizleşen, daha doğrusu iflas eden dış politikası... İmparatorluk stratejisinin Kaf Dağı’nın ardında bir rüya olduğu artık genel kabul görüyor. ABD Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) sil baştan düşünüyor olabilir, ama taşların dağıldığı, oyuncuların çoğaldığı ve yeni aktörlerin kendilerine alan buldukları Ortadoğu coğrafyasında artık sadace Batı ve ABD yok; Rusya, Çin, İran ve Hindistan’ın bu bölgenin hem rejimleriyle hem de muhalefet kesimleriyle dostluk ve işbirliği temelindeki yaklaşımları ABD’nin sopa-şantaj politikasını alt-üst etmiş görünüyor.
Obama yönetimi, uluslararası konjonktürün ve Ortadoğu coğrafyasındaki keşmekeşliğin neden olduğu siyasi atmosferi dağıtma, sorunları sıraya dizerek olabilecekten karmaşık olana doğru yeni bir yol haritası peşinde.
Birincisi; Türkiye-İsrail ilişkileri için fazla efor ve taktik uğraşısı gerekmeyebilir. Mavi Marmara mağdurları için Cenevre’de yapılan ikili görüşmede İsrail delegasyonunun “özür dilemek yok” şeklindeki tutumunun ardından ABD Dışişleri Bakanı Clinton’ın sessizliğini bozarak iki tarafın el sıkışmasının zamanının geldiği mealindeki tatlı sert demeci Obama yönetiminin sabrının tükenişini gösteriyor. Muhtemelen “yangın diplomasisi” bu sorunu çözecek. Zaten ne oldu ki?(!) 9 can kaybı ve iki ezeli dostun düellosu... Tam sevdalıların küskünlüğü gibi bir şey. Erdoğan, “one minute” restinin ardından İsrail’in misillemede bulunacağını, öfkesini yatıştıracak bir fırsat kollamakta olduğunu bilmiyor muydu? Bence herkes gibi o da biliyordu. Peki bu pozisyon neden yaratıldı? Gecikmiş ama krtitik sorular...
Mevcut veriler ışığında analiz edildiğinde İsrail-Türkiye krizini çözecek görüşmelerin müspet sonuçlanacağı söylenebilinir. Zaten askeri anlaşmalar iptal edilmiş değil.
İkincisi; Obama iktidarının kaldığı yerden barış eksenli politikaya dönüşünün ikinci açmazı İsrail-Filistin ilişkileridir. Tarih göstermiştir ki bölgede kalıcı ilişkilerin ve enerji kaynaklarına hükmetmenin en hassas noktası Filistin sorunudur. Filistin sorununu çözmeyen herhangi bir gücün Ortadoğu’da kalıcı bir itibar sağlaması düşünülemez.

0 yorum :