27 Aralık 2010 Pazartesi

Türkiye solunun Kürdistan’la imtihanı

Türkiye solunun Kürdistan’la imtihanı / Berzan BOTÎ
Berzan BOTÎ

NEWROZ

Türkiye gibi ‘modern’ bir ülkede, 20 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip olan Kürtlerin tüm ulusal hakları hala inkar edilirken, Güney Kürdistan Anayasası ülkedeki tüm farklı kültür ve inançlara güvence verebiliyor.


AKP ve Fethullah Gülen gibi sistem içi güçlerin Kürdistan halkından destek bulmalarının en önemli nedenlerinden biri, kendilerine sol/sosyalist* diyen çevrelerin genel olarak Kürdistan sorununa karşı duyarsızlıkları/kayıtsızlıklarıdır. Bu çevrelerin PKK ile iyi ilişkiler kurması ve seçimler dahil çeşitli platformlarda ittifaklar geliştirmesi, Kürt halkının ulusal taleplerine duyarsız oldukları gerçeğini ortadan kaldırmaz. PKK ile yakın olmalarının nedeni PKK’nin ulusal taleplerin taşıyıcısı olmasından kaynaklanmıyor, aksine özellikle son yıllarda sistem içi çözümlerden (Demokratik Özerklik gibi) yana olduğunu ısrarla vurgulamasından kaynaklanıyor…
Türkiye’deki ‘sosyalist’ çevrelerle ilgili bu olumsuz yargıyı doğrulayan en önemli gösterge Güney Kürdistan’dır. ‘Irak’ı parçalamak isteyen emperyalistlerle işbirliği yaptıkları’nı ileri sürerek Güney’e saldıran, politik oluşumlarına/liderlerine “uşak”, “gerici suçlaması yapan sol çevreler, emperyalist bir proje olarak, ithal bir kralın başkanlığında Şii-Sünni dengesi gözetilerek ve Kürtlerin devletleşmesini engelleyecek şekilde kurulan Irak’ın bölünmesine karşı çıkabiliyorlar. Bu karşı çıkış, emperyalistlerin 75 yıl önceki bir projesine açıkça destek vermekten başka bir şey değildir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’ya yapılan ve yeni devletlerin ortaya çıkmasına neden olan müdahale ile 20 yıl önce yapılan müdahale arasında nitelikçe hiçbir fark yoktur. Tek fark, inisiyatifin İngilizlerden ABD’ye geçmiş olmasıdır. İlkini korumak ve kutsamak, ikincisini ise mahkûm etmek, yerel sömürgeci devletlerin politikalarını olduğu gibi hayata geçirmektir. Ve bu ikili tutumun tek nedeni Kürtlerin devletleşme olasılığının doğmuş olmasıdır.
Özgürlük talepleri kriter alındığında, Kürtlerin Ortadoğu’nun en dinamik ve değişime en çok katkı yapabilecek halkı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Dünyayı değiştirmek gibi güçlü iddiası olanların, burunlarının dibindeki değişimi görmemesi, görmek istememesi düşündürücüdür.
Ortadoğu’daki Kürt dinamiğini ve yaratabileceği değişimleri, Türkiye’deki liberaller, burjuva demokratları hatta gerici güçler bile görüyor ve buna göre yeni yaklaşımlar/politikalar geliştirmek zorunda hissediyorlarsa kendilerini, değişimle özdeş olan sosyalist düşüncenin buna kayıtsız kalması olanaklı değildir. Bu değişime kayıtsız kalan ‘sosyalistler’, en büyük haksızlığı sosyalist anlayışın kendisine yapmış oluyorlar. Ve ne yazık ki bu tutumları, AKP gibi gerici partilerin ‘ilerici’, ‘demokrat’ görünmelerine zemin hazırlayan en büyük etkendir.
Henüz uluslararası hukukun güvencesini almış olmasa da, Güney Kürdistan fiili olarak bir devletin sahip olduğu hemen hemen tüm özellikleri taşıyor. Var olan statünün ortadan kaldırılması için yerel gerici devletlerin tehdidi ve devletlere özgü bazı adımları atması önünde engel teşkil eden uluslararası hukuka rağmen Kürdistan Hükümeti, demokrasi ve özgürlükler alanında azımsanamayacak adımlar atabildi şimdiye kadar.
Birçok eksiğine ve yanlışına rağmen, TC dahil Ortadoğu’da, Güney Kürdistan’dan daha demokratik, daha hoşgörülü bir devletin/yönetimin olduğunu kimse söyleyebilir mi?
Türkiye’deki sosyalistlerin övmek için fırsat kolladığı İran, hala meydanlarda şenlik havasında insanları idam ederken; Talabani, Tarık Aziz gibi bir soykırım suçlusunun idam kararını imzalamayacağını söyleyebiliyor.
Hatırlanacağı gibi Saddam’ın idam edilmesi sürecinde de Talabani ve Barzani “idam cezasından yana olmadıklarını” beyan etmişlerdi.
Yaşanan tüm baskı, katliam ve soykırıma rağmen Kürdistan’da, Arap halkına karşı hiçbir intikam duygusunun ve buna bağlı fiili saldırının olmaması alışılmışın dışında bir hoşgörünün varlığına kanıttır. Bu hoşgörü, Arapların kendi ülkelerindeki kaostan kaçıp Güney Kürdistan’a yerleşmesini sağlayacak kadar güven vericiyse, hiç kimse, hiçbir şey adına bu durumu küçümseme hakkına sahip olamaz.
Son günlerde Irak’ta yaşanan ve Hıristiyanları hedef alan gerici saldırılardan sonra, Barzani’nin “kapımız açık” davetini takiben Hıristiyanların Güney Kürdistan’a akın etmesi de, Ortadoğu’ya göre kültürel/düşünsel bir gelişmişliğin göstergesidir.
Türkiye gibi ‘modern’ bir ülkede, 20 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip olan Kürtlerin tüm ulusal hakları hala inkâr edilirken, Güney Kürdistan Anayasası ülkedeki tüm farklı kültür ve inançlara güvence verebiliyor. Bu güvence, Türkmen ve Asurîlerin yoğun yaşadığı yörelerde kendi dillerini ikinci resmi dil (eğitim dili) olarak kullanmalarını sağlıyor; Kürdistan Parlamentosu’nda 11 kontenjan (5 Asurî, 5 Türkmen ve 1 Ermeni) diğer halkların olabiliyor.
KDP 13. Kongresi’nde konuşan Mesut Barzani’nin açıklamaları yukarıdaki değerlendirmeleri doğrulamakla kalmıyor, Kürdistan’daki iyi uygulamaların altında yatan bilinci, hoşgörü kültürünü ve özgürleşmeye çalışırken başkalarının özgürlüğüne dokunmama gibi bir hassasiyeti gösteriyor:
a- Partililer yoksul halka en yakın olan kişiler olmalı, çünkü partinin her zaman arkasında duranlar onlardı ve yoksullara daha iyi bir yaşam hazırlamak için çalışmalılar.
b- Nasıl ki Kürtlere saygı duyuluyorsa aynı şekilde Türkmen, Keldani, Asuri, Ermenilere ve nasıl İslam’a saygı duyuyorsak diğer dinlere de aynı şekilde saygılı olmalıyız.
c- Kürtlerin Irak'ta kendi ulusal hakları vardır ve kimsenin haklarını eksilterek elde edilmemiştir.
KDP’nin 13. Kongresi bütün dünyada ilgi ile izlenip yankı bulurken; Türkiye’de liberal ve muhafazakâr kesimlerin kayıtsız kalmamasına karşın, sosyalistlerin bu sürece kayıtsız kalmasını hoş görmek olanaklı değildir. ‘Sosyalist’ basına bakıldığında bu coğrafyada sanki 40 milyonluk bir halk ve bu halkın ilgi duyulabilecek hiçbir sorunu yokmuş gibi. Güney Kürdistan’da her şey çok iyi olmayabilir, ama görülmeyecek veya mahkûm edilecek kadar kötü olduğunu da kimse söyleyemez.
“Halkların kardeşliği”ni slogan olarak kullanan Türk sosyalistleri, halkların kardeşliğini gerçek yaşamda uygulamaya çalışan Güney Kürtlerini görmüyor, görmek istemiyor. Dahası onları düşman olarak görebiliyor. Bu anlayışı adlandırmak ve mahkûm etmek, genel olarak sosyalistlerin/komünistlerin özel olarak da Kürdistanlı sosyalistlerin/komünistlerin görevidir. Çünkü sosyalizmi bu kadar içeriksizleştiren ve devletin ırkçı/gerici politikalarının hizmetçisi yapanların maskesi düşürülmeden, sosyalizmin hak ettiği değeri bulması ve kitlelerde karşılık bulması olanaklı değildir.

0 yorum :