29 Ocak 2011 Cumartesi

Arap aleminde 'Otoriter modernleşme'nin sonu

2005 yılında Lübnan’da görüştüğümüz Hizbullah lideri Nasrallah, 40 kişilik heyetimizi şaşırtan değerlendirmelerde bulunmuştu: “İslam dünyasında bazı çevreler demokrasiyi düşman olarak görüyor. Demokrasiyle inançlarımız arasında bir zıtlık yok tam tersine uyum var. Biz yerel seçimlerde Hizbullah’ın listesinde Hıristiyan adaylar gösterdik.”
1950’lerde Nasır önderliğinde ayaklanan ‘modernist milliyetçi’ genç subaylar, Mısır’da krallığa son verip, bir ‘modernleşme’ yolu açmışlardı. Baas rejimleri olarak yaygınlaşıp Arap alemine yayılan bu modeli Sovyetler Birliği sahiplendi. “Kapitalist olmayan kalkınma yolu” şeklinde tanımlanan model, Ortadoğu’da “Batı emperyalist dünyası”na karşı bir cephenin oluşmasına yol açtı. Bu model Mısır’ın yanında, Suriye, Libya, Cezayir ve Irak’a da yayıldı.
50’lerde ve 60’larda etkisini sürdüren “Arap modernizmi” bir model olarak Türkiye’de de ilgi gördü. Doğan Avcıoğlu’nun YÖN ve Devrim dergileri, “asker-sivil aydınlar” öncülüğünde “kapitalist olmayan yol”u Mısır örneğinden yola çıkarak savundular. Bu çizgi, Türkiye’de, yıllarca, darbeci ve tek parti yönetimine özlem duyan yaklaşımlara temel oluşturdu.
Nasır modeli, 1967 İsrail-Mısır savaşında büyük yara aldı. Mısır’daki yönetim, zaman içinde Washington’un yönlendirmesiyle Batı yanlısı bir renge büründü. Batı, Müslüman dünyaya, tek partili, otoriter, “gerektiği kadar seküler” bir modernleşme modelini uygun gördü.
Batının desteğindeki yeni sistemin “tek parti diktatörlüğü” ve “tek adam diktatörlüğü” şeklindeki karakteri bu nedenle değişmedi. Tunus, Cezayir ve Fas, bu süreçleri değişik şekilde ancak paralel yollarla yaşadı.
Fas Kralı Hasan, modernleşmeyi tek adam yönetimiyle ve Batı desteğiyle sürdürdü. Benzer şekilde Tunus’ta ve Cezayir’de de militarist tek adam rejimleri, (birer “otoriter modernleşme” modeli olarak) Batının da desteğiyle ayakta tutuldular.
İslami hareketler parlamenter sisteme yöneliyor
2003’ten itibaren “Doğu Konferansı” grubuyla komşumuz İslam ülkelerini iki-üç yıl boyunca dolaştık. Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır, İran ve Ermenistan’ı kapsayan gezilerimizde değişik eğilimlerden aydınlarla, sivil toplum yöneticileriyle, siyasi parti temsilcileriyle görüşmeler yaptık.
Nasrallah’la da bu gezilerin birinde görüştük. Siyasi İslamcı hareketlerin yaygınlığı dikkatimizi çekmişti. Irak’ın ABD tarafından işgali, bu hareketlerin alanını genişletmişti. İslamcı akımların otoriter rejimlerden imkan buldukça parlamenter mücadeleye girdiklerini ve demokrasinin gerekliliğini tartışmaya başladıklarını gördük. İslami akımların parlamenter mücadeleye yönelimi yeni ve ilginç bir durumdu.
AK Parti örneği Arap kamuoyunun Türkiye’ye tutumundaki değişimi de gördük. Özellikle 1 Mart 2003 tezkeresinin Meclis’te reddedilerek ABD askerlerinin Türkiye’de konuşlanmasının geri çevrilmesi Türkiye’nin prestijini arttırmıştı.
Sonraki dönemde, “Gazze”, “One minute” gibi çıkışların ve bertaraf edilen darbe girişimlerinin etkisiyle, AK Parti ve Tayyip Erdoğan’ın bölgedeki popülerliği daha da arttı. “İslami kökenli bir parti çok partili rejimde iktidarı sürdürebilir mi, militarizmle baş edebilir mi?” sorusu, bölgedeki hemen herkesin ilgisini çekti.
Türkiye, Ortadoğu’ya “el uzatan” yaklaşımıyla, ekonomik büyümesiyle ve darbe girişimlerini savuşturmasıyla özel bir model olarak algılandı.
Mısır ve Türkiye arasındaki çarpıcı farklılık, bölgenin siyasi psikolojisinde derin izler bıraktı. İkisi de “batıyla uyumlu” sayılabilecek olan bu devletlerin birinde çok partili rejim ayakta kalıp gelişirken, diğerinde tek adam ve tek partiye dayalı “otoriter” modelde ısrar edildi. Tunus’un, Cezayir’in tek adama dayalı zorba rejimleri halklarını umutsuzluğa sürüklerken,Türkiye olumlu bir örnek olarak algılandı.
Arap dünyasında yeni bir döneme girildiği kesin. Tek adamlı, tek partili otoriter modernleşme modellerinin iflası açıkça görülüyor... Çok partili ve demokratik sistem arayışı, (bugün olmazsa yarın) bu ülkeleri de kapsama alanı içine alacak ve bölgeye ilişkin birçok kalıplaşmış varsayım değişecek.

0 yorum :