12 Aralık 2010 Pazar

60 yıl önce 60 yıl sonra

1968 olaylarındaki Danny ve Deniz

Fransa’da ‘Kızıl Danny’ diye anılan gençlik lideri de Türkiye’deki gençlik lideri Deniz Gezmiş de ağır cezalı suç işlememişti. Danny, Avrupa Parlamentosu’nda ‘Yeşiller’in başkanı oldu. Deniz 1972’de idam edildi.

1968 yılında ona ‘Kızıl Danny’ deniliyordu. Fransa’da Nanterre Üniversitesi’nde felsefe okuyordu. Alman asıllıydı ama, Fransa’da oturuyordu. 1945 doğumluydu. Yani o sırada 23 yaşındaydı.
Asıl adı Daniel Cohn-Bendit’ti. ‘Kızıl’ diye anılması, gençlik içindeki sol hareketlerin en radikal liderlerinden biri olmasıydı.
Fransa’da, Almanya’da Rudi Dutschke ve gene ‘kızıl’ veya ‘anarşist’ diye nitelenen diğer öğrenci liderleri, 1968 olaylarını başlattılar.
Olayların temelinde öğrencilerin ‘düzen değişikliği’ talepleri vardı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasının ‘dünya’sı malûm... İki blok var. İki blokun da birer paktı var:
Biri Batı Bloku NATO. Lideri ABD.
Öteki Varşova Paktı. Lideri Rusya... O zamanki adıyla SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği).
Avrupa’da, iki bloku birbirinden ayıran sınır Almanya’nın ortasından geçiyor.
Sınırın batısındaki ülkelerin rejimi, ABD’ninki gibi... İddiaları, ‘komünizm tehlikesi karşısında demokrasiyi korumak ve geliştirmek.’
Sınırın doğusundaki ülkelerin rejimleri de Rusya’nınki gibi... Onların hedefi de, ‘batıdaki emperyalist ve kapitalist rejimler karşısında gerçek demokrasiyi, yani komünizmi gerçekleştirmek.’

‘İdeal düzen arayışı’
Batıdaki gençlerin ‘düzen değişikliği’ talepleri, tabii, yaşadıkları batı ülkelerindeki düzenle ilgili.
Okudukları üniversitelerden başlayarak, ülkelerine de, diğer ülkelere de her alanda ideal bir düzen getirmek istiyorlar.
Batı üniversitelerini, kapitalizmin işine yarayacak insan yetiştirdiği için, gençleri yönetime katmadığı için, dünyanın –yoksulluk, açlık, gelir dağılımı adaletsizliği gibi- en önemli sorunlarına çözüm aramadığı için eleştiriyorlar. Batı parlamentolarındaki siyasetçileri, ‘statükocu’ olmakla, toplumun çıkarlarına ilgisiz kalmakla suçluyorlar...
Peki, batıdaki rejimlere karşı doğudaki rejimleri mi yeğliyorlar?..
Bazıları öyle düşünüyorlar, bazıları doğudaki durumu da beğenmiyorlar. Ama hepsinin önceliği, kendi ülkelerindeki ‘düzeni düzeltmek’...
Yani, bugün çok kullanılan bir ‘değişim’ sözü var ya... O sözü, onlar temsil ediyorlar.
Hareketler, 1968 ilkbaharında önce Almanya’da başladı. Bu, o zamana kadar alışılmamış bir gelişmeydi. Olaylar büyüdü. Kimse ne yapacağını bilemedi. Polis gösterilere karşı aşırı şiddet gösterdi. Ayrıca aşırı sağ gruplar vardı. Onlar da polisin yanında yer aldılar. Gençlik liderlerinden Rudi Dutschke bir fanatik sağcı tarafından vuruldu. Ağır yaralandı.
Asıl protestolar, büyük müesseselere karşı eylemler, işgaller, ondan sonra başladı.
Fransa’da mayıs ayı başında, onbinlerce öğrenci sokaklara döküldü. Polis müdahaleleri arttıkça, öğrenciler arasındaki şiddet eğilimleri de arttı. Üniversiteler işgal edildi. Harekete bir süre işçi sendikaları da katıldı. Onlar da fabrikaları işgal ettiler... Mayıs sonundaki bilançoya göre, çatışmalarda 1000’e yakın kişi yaralandı. 12 kişi öldü. 5 bin kişi gözaltına alındı.
Olayların yatışması iki gelişmeyle oldu. Biri şuydu: Dönemin Cumhurbaşkanı De Gaulle, ülkeyi yeni seçimlere götürdü. Siyasi partiler seçime, işçilerin ve gençlerin isteklerini gözetecek şekilde hazırlanmaya başladılar. İkincisi: İşçi sendikaları durumu bir kere daha değerlendirdiler. Hareketi durdurma kararı aldılar...
Sonuçta, 1968 olayları, bir kısım gruplar tarafından sürdürülse de, aşama aşama yavaşladı. Siyasetçilerle gençler arasında diyaloglar geliştirildi. Ve gençlerin taleplerinden bir kısmının uygulama alanı bulması mümkün oldu. Öğrencilerin üniversite yönetimlerine katılması, gençlerin öğrenim imkânlarının genişletilmesi gibi...
Tabii, o talepler listesindekilerin büyük bir kısmı da sözde kaldı. Ama o ‘söz’ler etkili olmaya devam etti. Demokratik haklar ve özgürlüklerin önemi giderek daha iyi anlaşıldı. O alandaki hareketler de, çok hızlı olmasa bile, zaman içinde daha fazla destekçi buldu. Dünyanın birçok ülkesinde, hedeflerine varabildi veya yaklaşabildi.
Bu yüzdendir ki, ‘1968’liler’ denilince, ‘dünya’ya, eşitlik, kardeşlik, iyilik, dayanışma, gelişme gibi insani değerlerle ilgili eksiklerini hatırlatmış olan gençler gelir. Ve o gençler saygıyla anılır.

Türkiye’de...
Durum bizde de öyledir. Bizim 1968’lilerimizin hareket noktası da, tabii ülkemizin kendine özgü sorunlarıyla da ilgilidir ama, genel olarak Avrupa’dakilerinkine benzer. Onlar da, eşitlik, kardeşlik, iyilik, dayanışma, gelişme yolundaki değerleri canlandıracak ‘değişim’ olanaklarının arayışı içindeydiler. Onlar da saygıyla anılırlar.
Onların hikâyesini ayrıca anlatmaya yerimiz yok. Ama bir şeyi hatırlayalım:
Ülkemizi yönetenlerin, bizim 68’lilerimize karşı davranışları, Avrupa ülkelerini yönetenlerinkinden çok daha katı ve haşin olmuştur.
Deniz Gezmiş’i ve iki arkadaşını düşünün, Hüseyin İnan’ı ve Yusuf Aslan’ı...
Onlar kimseyi öldürmemişlerdi. Kimseye zarar vermek istememişlerdi. Ama ‘rejim değiştirmek için Meclis devirmek’ gibi, gerçekleştiremeyecekleri besbelli olan bir suçu işledikleri iddiasıyla idam edildiler.
Yaşları, onlar gibi birer öğrenci lideri olan Daniel Cohn-Bendit’in yaşına yakındı. 1968 olayları başlarken, Gezmiş 21 yaşında, İnan 19, Aslan 21 yaşındaydı.
1968’in ‘Kızıl Danny’si ve arkadaşlarının başına öyle şeyler gelmedi. Bugün toplum hayatının saygın yerlerinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Daniel Cohn-Bendit, Avrupa Parlamentosu’nda Yeşillerin liderliğini de yaptı.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları ise, 6 Mayıs 1972 gününden beri Ankara’da Karşıyaka Mezarlığı’nda yatıyor. Onlara, Allah’tan rahmet dileyelim.

2010 yılında İngiltere İtalya ve Türkiye

Ülkelerin 1968’deki yöneticileri, o ölçüdeki gençlik gösterileriyle ilk defa karşılaşmışlardı. Bugünküler 1968’i biliyorlar. Olaylara daha dikkatle yaklaşmalı ve protestocuların ne istediğini öğrenip değerlendirmelidirler.

Öğrencilerin şu sıralardaki protesto gösterileri, malûm, sadece bizde değil... Başta İngiltere olmak üzere birçok yerde var... Fransa’da, İspanya’da, İrlanda’da, İtalya’da...
Bu duruma bakılınca 1968 olayları hatırlanıyor. Acaba deniliyor, bugünkü gelişmeler de, o zamankilere benzer olayların habercisi mi?..
Sol sayfada özetlemeye çalıştım: Dünya, 1968 olaylarına hazırlıksız yakalanmıştı. Bu defa artık, o dönemin acı tecrübelerini yaşamış bir dünyadayız. Ülkelerin yöneticileri, olaylara karşı önlemlerini, o tecrübelerden dersler çıkararak oluşturabilirler.
Bu, zaten bazı ülkelerde yapılıyor. Olayların en yoğun olduğu İngiltere’de, protestocu öğrenciler, protesto eylemlerinde zaman zaman güç kullanıyorlar. Ama polisin müdahalesi -bizim Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nda da yazılı olan- sınırları aşmıyor. Yani, polis protestoculara karşı ancak, yasakları aşmalarını önleyecek ölçüde ‘güç’ kullanıyor. Başka bir deyimle ‘orantılı güç’...
İngiliz kamuoyunda polisin bu dikkatli tutumunu eleştirenler de var. Prens Charles ile eşi Camilla’nın bindiği arabanın saldırıya uğramasını ‘polisin zaafı’na bağlıyorlar. Ama polis yetkilileri, bu eleştiriler karşısında da tutumlarını değiştirmediler. Gerekçe olarak şu görüşü öne sürüyorlar: “Şiddete karşı şiddeti artırmak, şiddeti daha da fazla tırmandırır.”
Gerçi, koalisyon hükümetinin büyük ortağı muhafazakâr siyasetçiler arasında bunun tersini düşünenler var. Üniversitelerdeki öğrenci harçlarını üç misline çıkaran yasayı, ödünsüz olarak yasalaştırdılar. Ama bu konuda hükümetin değil, protestocuların haklı olduğunu öne süren parlamenterlerin sayısı da az değil.
Oylamada, yasaya ‘hayır’ oyu veren –muhalefetteki- İşçi Partililere, koalisyonun küçük ortağı Liberal Demokrat Partililerin yarısına yakını (21 parlamenter) ile Muhafazakâr Parti’nin 6 parlamenteri katıldı. Yasa 302’ey karşı, ancak 323 oyla kabul edilebildi. Bu durum, ileride koalisyonun geleceğini sarsabilecek gelişmelerin kaynağı sayılıyor.

İtalya’daki gösteriler
İngiltere’den sonra, bir de İtalya’ya değineyim:
Torunum Selen Erkal, İtalya’daydı. Önceki gün geldi. İtalya’daki gençlik olaylarını ondan dinledim. Anlattıklarının özeti şu:
Orada da, öğretimle ilgili tartışmalı konular var. Milli Eğitim Bakanı, ‘reform’ adı altında bazı projeler hazırlamış. Hedeflerinden biri, devlet okullarına ve araştırmalara ayrılan bütçeyi daraltmak, bir diğeri üniversite öğrenci kuruluşlarının faaliyet alanlarını sınırlamak...
Öğrenciler, geçen ayın sonunda başlayıp bu ayın başında devam eden protesto gösterileri yapıyorlar.
Gösteriler, bizdeki gibi, polisin yasakladığı yerlerden geçip basın açıklaması yapmak gibi sınırlı bir hedefe yönelik değil. Şimdiye kadarki eylemleri çok çeşitli… Birkaç gün süreyle yolları kapattılar. Tren istasyonlarındaki, rayların üzerine oturdular. Otoyollarını yürüyüş yolu haline getirdiler. Trafiği engellediler.
Küçük gruplar halinde önemli binaların çatılarına çıkıp pankartlar astılar. Pankartlarını korumak için gecelerini de orada geçirdiler. Bir yandan da sokak gösterilerini sürdürdüler.
Durum fotoğraflarda görülüyor. Polis bunlara belirli yerlerde müdahale edince, gençler polislere yumurtalar, boyalar, çöp poşetleri fırlatıyor. Polis kendini kalkanlarıyla koruyor. Zaman zaman polis de hareketleniyor. Yer yer çatışmalar çıkıyor.
Başbakan Berlusconi’nin bu konudaki demeçleri ise çatışmaları tırmandırmış... Şu gibi cümleler kullanmış Berlusconi:
“Gerçek öğrenciler, evlerinde derslerine çalışıyorlar. Sokaklarda protestolara katılanlar, sınıfta kalmış öğrenciler ve öğrenci olmayanlar...”
Böyle cümlelere duyulan tepkiler, belirli şekillerde protestolara katılan 30 bin kadar öğrencinin sayısını bir gün içinde 400 bine çıkarmış.
Ama polis, Başbakan’ın protestoculara bakış açısından fazla etkilenmemiş. Gösterilere müdahale ederken ölçüyü kaçırmama yolundaki gayretini sürdürmüş.
Şu sırada protestolar yavaşlamış, yol kapatmalar sona ermiş görünüyor. Ama eylemler tamamen bitmemiş. Milli Eğitim Bakanı’nın üniversiteyle ilgili projeleri üzerindeki tartışmalar devam ediyor...
İngiltere ve İtalya’daki durum şimdilik böyle... Polis güçleri, protestoculara karşı daha dikkatli görülüyor. Siyasetçilerin bir bölümünde protestocuları eleştirenler var. Berlusconi, bunun öncülerinden biri... Ama İngiltere’de de, İtalya’da da, protestocuların isteklerini dinlemeyi, değerlendirmeyi tercih edenler var. Sadece muhalefet partilerinde değil, iktidar partilerinde de...
Diğer ülkelerde de, benzeri durumlar var. Tabii, bu konuda geleceğe yönelik tahminler yapmak kolay değil. Çünkü, öğrenci olaylarının büyük bir kısmının temelinde, ülkelerindeki ekonomik durumun bozulması var...
Yunanistan gibi, İspanya, İrlanda gibi ülkelerde o bozulma daha da ileri boyutlarda... Zaten adaletli olmayan gelir dağılımıyla ilgili sorunlar, işsizliğin artmasıyla daha da büyümüş. Bunu öğrenciler, hem kendi kentlerinde, köylerinde, aile çevrelerinde hissediyorlar, hem de öğrenim hayatlarında bizzat yaşıyorlar.
Bugünkü öğrenci hareketlerinin yavaşlaması ve sorun olmaktan çıkması için, işsizliğin azalmaya ve gelir dağılımı adaletini sağlamaya yönelik çalışmaların da, bir ölçüde de olsa başarıya ulaşması gerekli... Ama bunun da şartlarından biri, gene, bugünkü protestocuları dinlemek ve isteklerini değerlendirmek.

Türkiye’de...
Türkiye’de son günlerde olup bitenlere burada ayrıca değinmeye gerek yok. Olayları her gün hepimiz izliyoruz. O arada, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, bazı politikacılarımızın olaylar hakkında tekrar ettikleri ilginç görüşlerini de...
Polisin protestoculara karşı muamelelerinin sembolünü de hâlâ o fotoğraf oluşturuyor. AKP’nin bazı politikacılarınca ‘haklı’ bulunan (aşağıdaki) fotoğraf...


0 yorum :