12 Aralık 2010 Pazar

Ortak Vatan... / Tahsin AKPEK

Ortak Vatan... / Tahsin AKPEK
Tahsin AKPEK

ÇOBAN ATEŞİ



AKP’nin iktidarını korumak için Kürtleri kurban etmeyi göze aldığını görüyoruz. Sadece Kürtleri değil, emekçileri, Alevileri, gayrimüslimleri, kadınları, gençleri, çocukları bile gözünü kırpmadan harcayabildiğine tanık oluyoruz. Tepede hükümet, generaller, yargı ve medya arasında kıran kırana süren iktidar ve rant savaşları, sömürü ve baskılardan bunalan milyonlarca insanımıza daha çok acılara neden olduğu gibi, yeni fırsatlar da sunuyor.

Gerçekten AKP liberallerin bizi ısrarla inandırmaya çalıştıkları üzere demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, düşünce ve ifade özgürlüğünden yana bir parti mi? Ya da kötünün iyisi, şimdilik alternatifi olmayan, AKP olmasa bizi öcülerin yiyeceği endişesiyle çaresizce sarılacağımız bir kurtarıcı mı?

Fıkrada denildiği gibi “anlat anlat, yalan da olsa hoşuma gidiyor.” Bu konuda birçok kez ‘deja vu’ olduk. Biz bu filmi daha önce de görmüştük.

Menderesler, Demireller, İnönüler, Ecevitler, Özallar, Erdoğan’dan daha mı beceriksizdiler? Onlar da kitleleri etkileyebiliyor, yönlendirebiliyor, boş umutlar pompalayarak, sömürüye, ayrımcılığa, örgütsüzlüğe mahkum edebiliyorlardı. Yığınların oylarını ve rızalarını alarak kendi zenginlerini yaratıp saltanatlarını sürdürebiliyorlardı. Ancak Tayyip Erdoğan’ın şovmenliğini, stand-up’çılığını, demagoji maharetini de teslim etmek gerekir. Yalanı şah gibi söylemek ustalık ister.

İktidara, devlete, zenginliğe odaklanan hangi kişi, grup, cemaat, parti olursa olsun, hangi kisveye (milliyetçi, laik, İslamcı, solcu) bürünürse bürünsün, düzeni devam ettirme misyonları sona erince, sistemin gerçek sahiplerince yeni iktidar heveslilerine yer açmak için kapının önüne konulurlar.

Bu kısır döngü, kırılıncaya kadar, 1946’dan beri olduğu gibi tekrarlanmaktan kurtulamayacaktır. Tahterevalli gibi düzen partilerinin biri inerken diğeri çıkacaktır.

Siyaset alanının boşluk kabul etmediği açıktır. AKP’nin suyunun ısındığını gören siyaset erbabı, sağcısıyla solcusuyla boşalan alanı kapabilmek için hızla yeni partiler kuruyorlar.

Hüseyin Çelik’in kaygıyla vurguladığı gibi Kürt sorununu çözemeyen AKP’nin çözülmeye başladığını gören yeni akbabalar, pasta paylaşım kavgasında itişip kakışmaya başladılar.

Artık 8 senelik AKP aldatmacası da tarihin çöplüğüne gideceğine göre, Kürt özgürlük hareketi ve demokrasi güçlerinin devletin çıplak zoruyla ve bizzat devletin kendisiyle karşı karşıya kalacağı açıktır. Ortada demokratikleşitirilmesi gereken bir devlet ve onu demokratikleştirecek olan Kürt ve Türk halklarının birleşik gücü kalacaktır.

Ortada bin yıllık geçmişi olan, tarihin kader birliğine adeta mahkum ettiği iki halk var. Bu sürede birlikte kahramanlıklar yaratırken, birlikte de insanlık suçları işlemişler, bazen de kendi aralarında çatışmışlardır. 1071’de Bizans’a karşı birlikte savaşırken, Çarlık Rusya’sının işgaline direnmişler, Çanakkale’de beraber ölmüşlerdir. Osmanlı’nın son dönemlerinde Ermenilere, Süryanilere, Ezidilere, Rumlara vb. karşı suç ortaklığı yapmışlar.

Bu ortak geçmiş, Türk ulus devleti Lozan’da onaylandıktan sonra yok sayılmış, Kürt halkına karşı asimilasyon politikaları devreye sokulmuştur. Bugüne kadar isyan bastırma döngüsünde devam eden Kürt-Türk ilişkileri son 30 yıllık şiddetli çatışmalara rağmen bir kopuşu getirmemiştir. Bırakalım kopmayı, Kürt halkı için büyük acılara, tahribatlara neden olan savaş, ortak vatan gerçeğini daha çok ortaya çıkarmıştır. Devlet terörüyle boşaltılan 4 bin Kürt köyünün nüfusu batıya göç ederek milyonlara varan topluluklar oluşturmuşlardır. Bugün Kürt halkının bir oğlu dağdaysa, bir oğlunun da askerde olduğunu ve ordunun neredeyse üçte birinin Kürt olduğunu unutmayalım.

Bu tablo karşısında hangi milliyetçi, hangi ırkçı faşist, hangi linççi, hangi kendini devlet sanan ruh hastası, emperyalizmden başka kime dayanarak halkların ortak yazgısını parçalayabilir. Bu toprakların her karışında her ulusun, her dilin, her inancın, her cinsiyetin, eşit-onurlu-özgür yurttaş olarak yaşama hakkı vardır. Evrensel insan hakları, evrensel hukuk bunu böyle dayatıyor.

Türk egemenleri Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un itirafıyla Kürtleri öldürerek bitiremeyecekleri noktasına gelmelerine karşın, inkar, imha, teslim alma, olmazsa bölerek küçük bir coğrafyaya hapsetme ısrarından vazgeçmiş değiller. Bu kafa “ya devlet başa, ya kuzgun leşe” olarak özetleyebileceğimiz çılgın Türk kafasıdır.

Kıyımcılıkta çılgın Türklerden geri kalmayan Muaviye İslamcıları da Hizbullah vahşetiyle, kadın demeden, çocuk demeden ‘gereğini yapan’ başbakanlarıyla bu cephede yerlerini alıyorlar.

Böyle bitirme, yok etme, teslim alma zihniyetinden asla taviz vermeyen bu yapıya karşı her iki halkın devrimci, demokrat güçlerinin ortak mücedelesinden başka bir yol olabilir mi? Ortak mücadelenin koşulları hızla olgunlaşıyor. Egemenler ve onların devlet aygıtları, siyasal partileri öylesine deşifre olmuşlar, öylesine inandırıcılıklarını yitirmişler ki artık halkları aldatamıyor, yönetemez hale geliyorlar. Burada sorun ezilen milyonların da bu rejim tarafından yönetilmek istememe örgütlülüğünün sağlanabilmesidir. Bu kez tarihi egemenler değil, ezilen, sömürülen, dili, inancı, kimliği yok sayılan, siyasal, kültürel soykırıma uğratılan halklar yapmalı... Türkiye sadece Türklerin değil, üzerinde yaşayan tüm halkların ortak vatanı olmalıdır.


Alıntıdır www.mesop.net...

0 yorum :