24 Kasım 2010 Çarşamba

Beyaz Kürtlerin Algısı


Kimi Kürt aydınlarının Kürtlerle ilgili algılarında, merkezden bakma eğilimi göze çarpar. Kürt halkının şöyle ya da böyle yarattığı bütün “değer”ler, steril bir algı içinden yorumlanır. Merkezce kabul görmüş olan yorumcu, içinden geldiği topluma “iğrenme duygusu” ve bir yabancı gözü ile bakar. Yorumcu, Kürt halkının özgürlük mücadelesine belli ölçülerde destek de veriyordur. Ancak Kürt toplumunun da erdem, kötülük, siyaset, ideoloji gibi ölçütlerle bakıldığında, dünyadaki diğer toplumların ortalamasını taşıdığını unutur. Bu yüzden Kürtlükle ilgili hemen her konuyu, bir idealizasyon çerçevesinde kurgular. Bu anlamda geliştirilen eleştirinin enstrümanları, jargonu ve örneklemelerinin hiçbirisinin yeni bir tarafı olmadığı gibi, yeterince tanınmayan bir simgeler dünyası karşısındaki hükmü de zayıftır.

Bejan Matur’un 11 Aralık 2007 tarihli Zaman gazetesinde yayımlanan “Kürtlerin ve Türklerin Algısı” başlıklı yazısı, bu çerçevede değerlendirildiğinde, yazarın, bir tür seyyah gibi, bilinmeyen bir ülkeden, hatta bir masal diyarından haberler verdiği görülecektir. “Haberle ihbar arasında” gidip gelen söylemi kurar ve kurgularken merkezden bakar, bir tür efendi gibi. Sorun olarak gösterdiği hemen her konuda, diğer nedenlerin ya da belki esas nedenin üstünde durmaz. Bu algıya göre Kürt siyaseti, tek başına var olan, “kendinde” bir siyasettir. Bu siyasetin bir siyaset üretememesinin tek nedeni de, kendini dağa endekslemesidir.

Matur, başlıkta Kürtlerin algısı derken, sözü hemen de DTP’nin “anlam dünyası”na getirir (Hakkını teslim etmek gerekir ki, Matur, Kürtlerle ilgili olarak yeni kavramlar kullanıyor. “Anlam dünyası” bunlardan biri, ancak ezber bir kavram, 1990’lı yıllardan sonra çıkmaya başlayan kimi dergilerin “söyleme boğma” lehçesinden muktebes). Bu dünya, ancak kendisi gibi bir seyyah tarafından çözümlenebilir çünkü. Ne de olsa ne orada ne buradadır. Aslında bu konum, gerçekliği doğruya yakın biçimde görmenin de penceresi olabilir. Yani öyle çok kötü bir yer de değildir. Ancak Matur’un bakış açısı, karşısındakini ifşaata, steril dünyada “kitsch” diye tanımlanacak olan söze ve itirafa kışkırtır. Elindeki kayıt cihazı, bir tür işkence aletine dönüşür.

Değişimi insanların mitinge katılmamaları üzerinden fark eden yazar, asıl değişimin farkında değildir. Asıl değişim, Matur’a bile itiraf edilemeyecek şekildedir ve zihinlerde gerçekleşmektedir. Zihinsel değişim, hayatları yalnızca siyasetle, ölümle doldurulan Kürtlerin dünyayı fark etmeleridir. Dünyayla ilişki kurmanın şartına dönüşen asimilasyonun zincirleri, son dönemde halka halka kırılmaya başlamıştır. Siyaset ve ölümle doldurulan gündelik hayat, insani ilişkilerle doldurulmaya başlanmıştır. Bu anlamda siyasete ilişkin bir ilgi eksikliğinden söz edilebilir. Ancak bu, siyasetin de Kürt toplumu içinde “uzmanlaşma”ya başlamasıdır.

Matur, “orada da” geniş bir hoşgörüyle karşılanacağını bildiği için, DTP’li başkana ne vaat ettiklerini sorarken, bir vaat imkânını ortadan kaldıran gerekçe ve nedenler olarak yükselen binaları, parkları, bowling salonlarını gösterir. Bu göstergeler Matur’un temsil ettiği, adına söz aldığı hayatın öğeleridir. Dünyadaki bowling salonlarının hangi toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırdığı sorulabilir elbette ya da neden ve gerekçeler arasında gösterdiği parkların, aslında bizzat bir belediye hizmeti olduğu da. Belki de bunlarla işaret edilen modernitenin geri, kültürsüz, “pis” toplumun aynı sıfatlarla anılabilecek siyasetini bitirmesini umuyordur. Ancak bu neden ve gerekçeler eğer Kürt sorununu, Kürt toplumunun özgürlük mücadelesini ortadan kaldıracak şeyler olsaydı, devlet ya da inkâr yandaşları bu illeri Abu Dabi’ye çevirirdi -Matur da şiirlerinin altına “Four Seasons London” değil, “Hôtel de Bingöl” diye yazardı.

Matur, saydığı öğeleri DTP siyasetinin sonunu hazırlayan öğeler olarak görüyor ve bu müthiş çıkarım üstünden adını belirtmediği belediye başkanına, “tehlike”yi soruyor. Başkan da, bilakis, bunları teşvik ettiğini, projelerinin tüm Türkiye’ye örnek olabileceğini söylüyor. Ama Matur, bunu duymuyor bile. Diyarbekir kim, örnek olmak kim? Bu cevabı herhangi bir biçimde yorumlamadan, yeni bir paragrafa geçmeden, orada, hemen, sözü dağa, İmralı’ya getiriyor. Çünkü en kolayı bu. Örnek olabilecek proje, yeni bir zihin, yeni bir sözcükler kümesi gerektirir çünkü. Aynı başkanlar söz konusu alış veriş merkezlerine gittiklerinde sadece alkışlarla karşılanırlar. Ama Matur’un Türkçesi daha iyi ve baskın çıkıyor ya da öyle aktarıyor. “Gerek belediye başkanının söyledikleri, gerekse diğer görüşmelerde edindiği” izlenimle, DTP’nin taban kaybettiği belirlemesini yapıyor. İyi de belediye başkanı, örnek projelerinden söz etmişti sadece!

“Ne yazık ki” sözüyle, DTP içinde bir değişim dinamiği, yeni duruma, yani bowling salonlarına göre siyaset üretebilecek bir irade olmadığını belirtiyor. Ardından da DTP’nin merkez siyaseti tıkayabileceğini yazıyor, “kaygılarını” aktarıyor. İyi de DTP merkez siyasete neden ulansın? Kürt sorunu gibi, PKK gibi, Dersim gibi, Zilan gibi, DTP gibi gerçeklikleri ortaya çıkaran şey, bizzat merkez siyaset(i) değil midir? Eşyanın doğasına aykırı bir şey talep ediyor Matur. Bundan sonra, gündelik hayatında son derece mülayim olan insanların “hiç farkında olmadan şiddetin bir parçası, hatta destekçisi haline” gelebildiğini şaşkınlık içinde ifade ediyor. Matur da çok iyi biliyor ki, şiddet, Kürt sorununda bir “çözüm” olarak kullanılagelmiştir. Hem nasıl şiddetin bir parçası olmasınlar ki? Şiddeti siz seçmiyorsunuz, gelip sizi buluyor. Burada Matur gibi kişisel gözlemlerimizden söz edemeyiz, anılarımızla dünyayı algılayan, hatta yorumlayan solipsist denebilecek bir bakış açısı geliştiremeyiz. Herkes bu topluma ne korkunç şeyler yaşatıldığını biliyor. Herkes her şeyi biliyor aslında. Yaşananların bilinmesi, Matur’un zihninde bile yeni bir “algı” yaratmazken, tekrar etmenin anlamı yok. Yalnızca bir örnek vermek yeterli: 1989 yılında dışkı yedirilen Kamil Müştak, 13 Aralık 2007’de öldü, derin psikolojik travmalar içinde, kıvrana kıvrana. Müştak’la birlikte diğer köylülere de dışkı yediren Cafer Tayyar Çağlayan ise, aldığı 3 aylık cezanın parasını vererek serbest kaldı ve albaylığa terfi etti!

Matur, belli ki gazeteci ya da “nasihatçi” kimliği bile taşımıyor, az buluyor. Konuştuğu “ve diğer” diye tanımladığı kişilerden birinin şu sözünü çürütmeye çalışıyor: “Mutlak şiddetsizlik bir felsefe olabilir; ama biz siyaset yapıyoruz, felsefe değil”. Bu söz, aslında bütün süreci özetleyen olağanüstü açıklıkta, çarpıcı bir söz. Hatta Matur gibi bir şiirseverin de bayılması gereken bir dilsel yoğunluk taşıyor. Ancak Matur, yukarı mahalleden gelmiş üstü başı temiz çocuklar gibi azarlıyor aşağı mahalle çocuğunu. Onun sözünü çürütmek için Hindistan’a kadar gidiyor. Yazının sonuna doğru ise, başka bir siyasetçiyle tartışıyor ve o da Matur’un Sokratik dili karşısında “susuyor”, Matur onu da susturuyor.

Merkezin derin bir hoşgörüye dayanan yüce gönüllü kabulü ile sazı alan Matur’un yazılarından ibret alıyoruz gerçekten. Kürtlerin “anlam dünyası”nı, “çözüm” bulma irade ve arayışıyla kıvranan kamuoyu karşısına çıkarırken, “kendinin oryantalisti” bir yaklaşımla, en başta Kürtlerle ilgili olan sorunda söz almamızın önünü kesiyor. Zülfü Livaneli’nin Mutluluk romanında olduğu gibi; kızla oğlan sorunlarını profesörün yatında çözümleyeceklerdir! Kürtler de sorunlarını, eşiğinde bekletildikleri steril dünya efendilerinin iradesine bırakmalıdırlar. Böyle bir onursuzluk hakkı tanınıyor, buna da şükür. Ama bu, işin başka bir yönü yine de. Kürtler, şimdilik Matur’un akıl yürütmeleri karşısında biraz felsefe çalışsınlar. Buna “felsefik” yerine, “felsefî” demekle başlasalar iyi olur.

Birgün Kitap, Aralık 2007.

0 yorum :