23 Kasım 2010 Salı

'Dersim Dört Dağ İçinde'


'Dersim Dört Dağ İçinde'
Yazan SadıK YalsıZuçanlaR
06.12.2009 21:37
 “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim,
bu bana dert oldu.
Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim,
bu da size dert olsun.”

Seyit Rıza

O yakıcı ağıdı ne zaman, hangi kavimden, kim dinlerse dinlesin mutlaka ciğeri yanar, yüreği lime lime olur. Hikayesi kısmen farklı da olsa, Seyit Rıza ve Dersim’li altmış bin mazlumun ahı tüter ezgilerinde.

Dersim, dört dağ içinde;
Gülü, bardağ içinde
Dersimi Hak saklasın,
Bir yarim var içinde.
Dersim dört dağ içindedir lakin buradaki ‘dağ’ı, geleneksel şiirimizdeki ‘ateş’anlamında okumak daha doğrudur.
Dersim gerçekten de dağlar (yaralar) içindedir, zaten ne zaman Dersim dense yüreğin dağlanması da gösterir ki, Bediüzzaman’ın sık sık hatırlattığı, ‘birinin hatasıyla başkası sorumlu tutulamaz’ Kurani ilkesi bir kez çiğnenmeyegörsün, her yer, her an Kerbela’ya dönüşebilir, mazlumlara, çocuklara, yaşlılara, kadınlara, korunmasız yoksullara kıyılabilir.
Köyler yakılır, Dersim’in dağlarından, vadilerinden kömürleşmiş çocuk bedenlerinin dumanı ve kokusu yükselir.
Birileri ‘iktidar’a itiraz eder, olan masumlara olur.
Bediüzzaman, Dersim yakılırken yüreği en çok yananlardan biri olarak, ‘birinin hatasıyla başkası mes’ul olamaz’ ayetini hatırlatmış ve ‘bir gemide dokuz cani bir masum bulunsa dahi o gemi kanun-ı adaletle batırılamaz’ demişti.
Oysa kurunun yanında yaş da yandı ve aslında ‘vatan’ın yüreğine düşürülen bu ateş, yeni devletin yönettiği bir kriz olarak tarihteki ‘dağdar’ yerini aldı.
Dersim’i, geçen yüzyılın ikinci yarısındaki Avşar kıyımına benzetenler haksız sayılmaz. Yarı özerk bir biçimde yaşayan bu aşiretler, vergi ve askerlik konusundaki tutumları bir yana, Osmanlı’nın kendilerine tanıdığı özgürlüğün devamını umarlar lakin kanlı bir sürprizle karşılaşırlar.
Mizgin’deki bir makaleden öğrendiğimize göre, ilk aşamada Dersim’e yakın bölgelerdeki muhalif güçler bastırılarak çember daraltılır. 1936'da Reisicumhur, meclisin açılış konuşmasında; “dahili işlerimizden en mühim bir safra varsa o da Dersim meselesidir, ezilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır” der. 2 Ocak 1936'da yürürlüğe giren bir kanunla Dersim'in adı Tunceli olarak değiştirilir. General Abdullah Alpdoğan, Dersim'e vali ve 3. Umum Müfettişi olarak atanır. Kendisine her türlü tasarruf yetkisi verilir. Alpdoğan, sıkıyönetim ilan eder, baskılara, idamlara başlayarak Dersim'e asker yığar. Sivas, Malatya, Erzurum ve Gümüşhane illeri de bahsi geçen kanunun geçerlik alanına dahil edilir. Böylece ‘Tunceli Kanunu’, merkezi Dersim olmak üzere yerleşik tüm sahayı kapsamına alır. Dersim, bu kanunla “yasak bölge” ilan edilir, kente giriş çıkışlar özel izne bağlanır. Kanunun amaçladığı süreçlerden olmak üzere, "İç Dersim" diye adlandırılan, bugünkü Tunceli'ye çok sayıda karakol inşa edilir.
 Dersimliler Seyit Rıza önderliğinde 1937 yılı başında Reisicumhurluğa bir bildiri sunarak; “ordu mensuplarının bölgeden çekilmesini, askeri amaçlı imar çalışmalarının (köprü, demiryolu vb.) durdurulmasını isteyip, silahlarını koruma hakkı ve vergilerin hafifletilmesi” taleplerinde bulunurlar. Olumlu cevap alamayınca harekete geçerler. Seyit Rıza ve Alişer, karakol yapımlarına ilk karşı çıkanlardandır. Bu durum Haydaran, Kureyşan, Yusufhan ve Demanan gibi bir çok aşiretin de toplanmasını sağlar.
Ocak 1937'de, zorunlu iskan yasanın çıkarılması yöre halkını iyice öfkelendirir. Yasayı tartışmak üzere bir dizi toplantı düzenlenir. Bu toplantılar sonucunda, Vali’ye halkın yasaya karşı olduğunu belirten bir uyarı mektubunu iletecek temsilci heyeti gönderilmesi kararlaştırılır. Mektubu götürenler tutuklanır ve Harput'ta idam edilirler. Kürtler misilleme olarak bir polis konvoyuna saldırıp polisleri kaçırırlar.
Seyit Rıza, Harput'ta Alpdoğan’la bir görüşme yapar. Diğer yandan Abdullah Alpdoğan, Seyit Rıza'nın yeğeni Rehber'le görüşür. Alişer, Rehber'in bu görüşmesine karşı çıkar. Fakat Rehber, Alişer'i dinlemez ve görüşmeye gider. Bu görüşmede Rehber, Alpdoğan tarafından kandırılır ve amcasına ihanet etmesi karşılığında kendisine maddi bazı menfaatler vaadedilir.
İlk saldırı, savaş uçakları eşliğinde silahsız bölgelere yapılır. Bu arada Mazgirt bölgesinde çatışmalar başlar. Bunun üzerine Erzurum ve Erzincan kolorduları bölgeye sevkedilir, Diyarbakır'dan 7. Kolordu Uçak Karargahı'nı Elazığ'da konuşlandırır ve seferberlik ilan edilir.
1937 yılında uçaklar, Dersim'i bombalamaya başlar. 21-22 Mart 1937 gecesi, Pax Köprüsü Demenan ve Haydaran aşiretleri tarafından yıkılır, karakollar basılır. Yusufhan aşireti üzerinde yoğunlaşılır. Burada kadınlar katledilir. Bazı Dersimli kadın ve kızlar da namuslarını koruyabilmek için bedenlerini Munzur sularına bırakırlar.
Bir süre sonra Mazgirt bölgesinde de çatışmalar başlar. Kısa sürede Bahtiyar, Abasan, Corin, Karabal, Haydaran, Demanan aşiretleri de katılır. Alişer, özellikle hedeftedir. Alpdoğan, önceden satın aldığı Rehber'i bu arada devreye sokar. Rehber, on beş gün boyunca harekete katılır. Bu durum bir güven ortamı yaratır. Alişer, hareketi Ağdat Tujik Dağı eteklerinden yönetir. Plana göre Alişer, bölgeyi terkedecektir. Rehber, Alişer ile sık sık görüşür. 9 Temmuz 1937'de Alişer ve eşi Zarife, bölgeyi terketmeden önce, Rehber ve 8 kişi tarafından katledilirler. Kesik başları ordu komutanına teslim edilir.
Dersim kuşatılır. Ormanlar yanmaya başlar.
Seyit Rıza'nın bulunduğu Laçinan Deresi, günlerce direnir. Seyit Rıza sağ kurtulurken, ailesi ve 33 arkadaşı katledilir.
Sonraki günlerde hareket, aşiretler tarafından sürdürülür. Toplantı yapan aşiretler, Munzur suyuna birer taş atarak devam kararı alırlar. Yusufhan aşireti devlet safına katılır. 9 Ağustos 1937'de Şahin Ağa süt kardeşi Lılo Hıdır tarafından kafasına bir kurşun sıkılarak öldürülür. Ardından kafası kesilerek Hozat'taki askeri birliğe teslim edilir.
Seyit Rıza yoğun çatışmalar içinde yeni cepheler açma, diğer aşiretleri safına katma planları yapar. Erzincan Valisi, Seyyid Rıza'ya, “eğer bana yetişirsen, senin can ve mal güvenliğini sağlayacağıma ve şartlarını görüşebileceğime inanmanı isterim” diye mektup yazar.
5 Eylül 1937'de Seyit Rıza, yoldaşlarıyla birlikte Erzincan’a ulaşır. Burada Seyit Rıza ve yoldaşları hemen tutuklanarak zindana atılırlar. Seyit Rıza’nın da aralarında bulunduğu 58 kişi, Elazığ'da, olağanüstü yetkilerle donatılmış ve kararı temyiz edilemeyen özel bir mahkemede yargılanmaya başlarlar. Mahkeme 11 kişiye idam cezası verir. Dört kişinin cezası çok yaşlı oldukları için 30 yıl hapse çevrilir. Seyit Rıza ve beş adamı 18 Kasım 1937'de Elazığ Buğday Meydanı'nda infaz edilir. Seyyid Rıza idam sehpasına doğru ilerler ve çingeneyi itip, ipi boynuna geçirir. Sandalyeye ayağı ile tekme vurup kendi infazını yine kendisi gerçekleştirir.
Seyit Rıza'nın idamından sonra, yeni bir harekat başlar, yüzlerce insan bu harekatta katledilir, evlere doldurularak yakılır.
Toplam 60 bin Dersimli öldürülür, on binlercesi sürgün edilir.


“Ağam buradan gideli
Bu yerler viran oldu”
diyen doğru söylemiştir.
Dersim ve çevresi tam bir viraneye dönmüş, devlet denetimi sağlamak için geride binlerce asılmış, kurşunlanmış ve yanmış beden bırakmış, annelerin, sevgililerin, evlatların gönülleri de viran hale getirilmiştir.
Dersim faciasının çarpıcı bir anlatımını bize Necip Fazıl Kısakürek sunar. Son Devrin Din Mazlumları adlı eserinden ve Büyük Doğu’da yayımlanmış bir yazısından izleyelim :
“En aşağı elli bin müslümanın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyle bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve mânasıyle tesbit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez.
Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki mâsum çocuğun Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi...Kendisinin öğretmen ve köy halkıyle alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevler içine atılması ve karşısında sigara içilmesi...Buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı... Annesinin karnından sivri uçlu âletle çıkartıldıktan sonra yaşamakta devam eden ve
hala topuğunda bu sivri uçlu âletin izini taşıyan çocuk... Bir dere içinde boğazlanan ve bu fiili yerine getiren cellâdın bulunması bir hayli zorluğa yol açan yirmi mâsum...Ve buna benzer daha neler, daha neler!
Cesetleri değil, mânaları muhakeme ve idam eden tarih, bakalım bu 50.000, çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil müslüman cesedine karşılık kaç ferdin mânası üzerinde ebedî idam karari verecektir?
Elâzığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk...Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat'a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlanndaki köylerine geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil'in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlama ya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor:
“Sizi de onun yanına götüreceğiz!”
Çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarının yanına gönderilmişlerdir.
Her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor:
“Durun, ben köy ahalisinden değilim! Muallimim! Müsaade edin, kendimi size isbat edeyim!”
Fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. Adam, evvelâ göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınları gerisinde âmir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir. (Bu vak’a, bana, 1944 yılında, Eğridir'de askerliğimi yaparken, resmî şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen Amirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.)
Yusuf Cemil'in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elâzığ'da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri de vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla beraber, kurşunlanıyor.
Hozat’ın Karaca köyünden Cafer oğlu Kasım...Bu adam, o tarihten 30 sene kadar evvel Amerika'ya gitmiş, orada 15 yıl kalmış, epeyce para kazanmış ve sonra köyüne dönmüştür. Kasım, Amerika dönüşünde, Birinci Dünya Harbinde Kafkas cephesi
Köprüköy muharebesinde şehit düşen kardeşi Yüzbaşı Şükrü'nün iki çocuklu karısı Şirin Hatun’la evlenmiş, Hozat’a gelip yerleşmiş, orada bir mağaza açmış ve ticarete başlamıştır. Hükûmetle de bazı taahhüt işlerine girişmektedir. Dersim hareketi esnasında, işbu Cafer oğlu Kasım, taahhüt bedelinden alacağı olan 6.000 lirayı tahsil etmek üzere Ovacık Kaymakamlığına müracaat ediyor. Muamelesini tekemmül ettirip parayı kendisine veriyorlar.
Muamele biter bitmez "Seni Hozat'tan çağırıyorlar!" diyerek,onu, mahfuzen yola çıkarıyorlar. Cafer oğlu Kasım, kasabadan ayrıldıktan bir saat sonra jandarmalara öldürtülüyor. Koynundaki 6.000 lira da, iki alâkalı idare âmiri arasında taksim ediliyor.
Zavallının zevcesi Şirin Hatun, o esnada, dört çocuğuyla birlikte, komşularına oturmaya gitmiştir. Kadın, evine döndüğü zaman bir de görüyor ki, kapısı kırılmiş ve bütün eşyası etrafa dökülüp saçılmıştır. Haykırmaya başlıyor:
"Yetişin, evimize eşkiya girdi!"
Bu feryadına karşılık olarak kadın, kapısının önünde, çocuklarıyla beraber öldürülüyor ve dolgun miktarda altını, parası ve eşyası yağma ediliyor.
Bu arada Hozat'ın Zımbık köyünde (Şekspir)in hayaline bile taş çıkartacak, bir vak'a cereyan etmektedir. Erkekleri tamamıyle doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu âletle (süngü) öldürülüyor. Öldürülen kadınlar arasında biri doğurmak üzere bir gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sag olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar, emzirtip büyütüyorlar ve ona "Besi" adını koyuyorlar. Bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. Sivri uçlu alet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşimaktadır.
Hozat'ın Dolantanır köyünden Veli isminde bir genç, Elâzığ Muallim Mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak Trakya'ya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da Dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyla, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. Genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı akıbete mahkûm edilmiş ve cesetleri yakılmıştır.
Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta... Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaşı arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır. Vaziyet birden haber alınıyor.
Çocukların öldürülmeleri emri veriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız masumlara silâh kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyorlar. Tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. Nihayet en kara yüzlü çingenelerden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 masumun işi bitiriliyor.
Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur.
Celâl Bayar'ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak'ın Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularımızın hayaline ve istikbaldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur!
Dayandığı tek sebep de birtakım asayişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu'yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir.
Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.”

Bütün bunları bize, farklı bir öyküden gelse de bu türküden daha yakıcı ne anlatabilir?

 Dersim, dört dağ içinde;
Gülü, bardağ içinde.
Dersimi Hak saklasın,
Bir gülüm, bağ içinde

Pertek önünde kelek,
Dersime gidek gelek.
Elin elimde ola,
Kapı kapı dilenek.

Harput'un Bayır başı
Şen olsun dağı taşı
O yardan ayrı düştüm
Durmuyor gözüm yaşı

Bu dağın ardı meşe
Gün gide, gölge düşe
Beni yardan edenin
Evine şivan düşe

Bu dağın ensesine
Uyandım yar sesine
Yar gider ben giderim
Düşmüşüm gölgesine

0 yorum :