27 Kasım 2010 Cumartesi

Sivilleşme yolculuğu bu, üzülmeyin

Üç generalin bakanlarca taçığa alınması, yakın dönemin İçişleri Bakanları’ndan biriyle yaptığım bir sohbeti anımsamama yol açtı. Bakan, kendi müsteşarını bile atamadan önce cumhurbaşkanı ve başbakanın uyarısıyla Genelkurmay Başkanlığı’na danışmak zorunda bırakıldığını, onların onayladığı müsteşarı atamaya zorlandığını anlatmıştı.
Anlattıkları bununla da kalmadı, bakanlığa yasal olarak bağlı bulunan Jandarma Genel Komutanı’nın bir kez bile kendisiyle görüşmeye bakanlığa gelmediğini itiraf etmişti. (Son dönemlerin İçişleri ve Savunma Bakanlarının bu konulara ilişkin gerçekleştirecekleri bir ‘itiraf seansı’, Türkiye’nin ‘gerçek siyasi tablosu’nun şeffaflaşmasında çok yararlı olurdu...)
Mesela, dönemin başbakanına karşı ‘küfür’ sayılabilecek ifadeler kullanan ve davranışlar sergileyen bir generalin nasıl terfi ettirildiği kısa bir arşiv taramasıyla ortaya çıkabilir. Aynı generalin 19 Aralık’ta 20 cezaevine düzenlenen vahşi operasyonda zehirli gaz emrini vermiş olabileceğini duyduğumda da hiç şaşırmadığımı söylemeliyim.

‘Ordu düşmanları’
Daha normal ve güçlü bir Türkiye’nin önündeki temel engelin, ordunun siyasetteki rolü olduğunu yıllardır dile getiriyorum. Bunu kişisel tarihimle ilişkilendirenler olabiliyor. Rahmetli İlhan Selçuk, orduya dair sohbet ve tartışmalarımızda, “Seni anlıyorum, yaşamının önemli bir bölümünü darbeler döneminde hapishanelerde geçirdin, arkadaşlarını idam ettiler. Bu yüzden askerlere tepkilisin” derdi.

Militarizm gerçeğini kavramamda darbelerin hayatımda yarattığı izlerin elbette rolü oldu. Ama askerin siyasetteki rolünün ülkeye verdiği objektif ve açık zararların yanında benim öznel deneyimim çok kayda değer sayılmayabilir.
27 Mayıs döneminde Menderes’in idamını sağlamak için müdahaleye kalkışan genç subayların listesini gördünüz mü? Neredeyse hepsinin generalliğe yükselmesinin tesadüf olabileceğine ihtimal verebiliyor musunuz? Peki bu isimlerin birçoğunun Ergenekon davasının darbecilikten yargılananlar arasında olması sizce neye işaret ediyor?
12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin aktif ve işkenceci subaylarının çoğunun generalliğe terfi ettirilmesi tesadüf olabilir mi? Dönemin sıkıyönetim hâkimlerinin en acımasızlarının Askeri Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi üyeliklerine yükselmeleri konusunda ne düşünülebilir?

Değişim tarihsel
Görevden alınan üç generalin kişisel olarak ne yaptıklarına ilişkin çeşitli değerlendirmeler mümkün. Ne olursa olsun, bakanların yetkilerini kullanmalarının, askerin siyasi alandan çekilmesi yönündeki adımları yeni bir düzleme taşıdığı açık. Bir Batı ülkesinde tartışılmayacak bu işlemin bizde bu denli ciddi bölünmelere, hatta siyaset ve hukukla ilgili kavramsal sorgulamalara yol açması, yaşadığımız değişimin tarihsel niteliğine işaret ediyor.
Generaller artık yaptıkları yasadışı işlerin hesabının sorulabileceğini daha çok hesaba katarak hareket etmek zorunda. Süreç böyle giderse, siyasete kafa tutan ve onu tehdit eden davranışlar sergilemekteki rahatlıklarını iyiden iyiye yitirebilecek, hatta (bazıları için zor olsa da) bu tür düşünceleri kafalarından çıkarmak zorunda kalabilecekler.
Bu son adımların bir başlangıç olmasını talep edelim. Yakın tarihimizin karanlıkta kalmış ve hesabı sorulmamış birçok olayının hâlâ orada durduğunu unutmayalım. Ordulu iktidar döneminden gerçek sivil iktidar dönemine doğru yaşadığımız geçişin kesintisiz devamı dileğiyle...

1 yorum :

  1. Kenan Kaplan'S dedi ki...

    Hep böyle olmadı mı zaten tarih boyunca bi askerin bi sivilin iktidarı demek ki sıra 'sivilleşmede' şimdi siviller bindirsin biraz askeriyenin sırtına...K.K.